30 Ekim 2009 Cuma

Yeşaya/ Yeni Bir Farkındalık


ACİL İHTİYACIMIZ: YENİ BİR FARKINDALIK –Yeşaya 1:2-9
Ey gökler dinleyin, ey yeryüzü kulak ver! Çocuklar yetiştirip büyüttüm, ama bana başkaldırdılar

Dağınık ve belirsiz suçluluk hissi kişiliği öldürür ve günahlılığa kanaat getirmek bu duruma yeniden canlılık verir. Aslında burada yeniden kişinin Mesih merkezinde bir karakter inşa etmesi için nerede olduğunun farkına varmalıdır. O zaman ihtiyacımız olan alçak gönüllülük derken aslında bu kendini bilmeye başlamak ve diğer taraftan da buna bir ölçüt getirmek demektir. Ve kurtarıcımız Mesih’in bize sunduğu yaşam tarzı ile bu ölçüyü öğrenmemiz ve karşılaştırmamız esastır.

Bir çok kişi için “doğru ve yanlış” “iyi ve kötü” üzerine bir makale yazmak pek de kolay değildir. Çünkü bakış açılarında çoğumuz yanlış yaptığımızı kabul etmeyiz.Bu nedenle doğru tariflerimiz bize göredir ve yanlış tariflerimiz ise zayıftır.

Ya “her şeye kadir olan” yanlış içinde hem de çok yanlış içinde olduğumuzu bize söylerse ne yaparız? Aslında yaptığımız da bellidir. Sürekli bir savunma içinde oluruz. Daha doğrusu hep kendimizi savunma hapishanesi içindeyizdir.

Aslında günah içinde olduğumuzun farkındalığı bizim kendi durumumuzu fark etmekten başka bir şey değildir. Yani “alma arzusu içinde olan” ve “almayı ihsan etme için değil” daha çok yalnız kendimiz için aldığımızın farkında olmaya başlamamızdır.

Yeşaya 1’de gördüğümüz durumda bize bu durumun hatırlatılmasından başka bir şey değildir. Yani bizler “kendi benliğinin farkındalığı ile” Adem’de düşenlere “Yaratan suretine” dönmeleri hatırlatılmaktadır. Olunması gereken yerden uzaklaşıldıkça içinde bulunduğumuz hale gelindiği dile getirilmektedir.

Bugün genelde hep içinde bulunduğumuz durumu değerlendirmek için bir çok yöntemler ortaya atılmıştır. Bu yöntemlerin çoğuna baktığımızda “ben’in” sürekli okşandığını görmemiz mümkündür. Dikkat ederseniz bir çok yöntemler insanlığı “bencillikten kurtarma” yerine daha fazla “bencil olmaya” itmektedir. Ve bu “bencilliğin” verdiği kısa süreli bir rahatlama ile kişi kendisini gerçekten esenlik içinde hissedecektir. Ama başta da söylediğimiz gibi “dağınık ve belirsizlik içinde bir suçluluk hissi” yine bir yerlerden filizlenip baş gösterecektir. Çünkü insan “Yaratan sureti” olmak üzere yaratılmış ama bu konumundan “benini” fark etmek suretiyle düşüp “Yaratan’ın BEN’i ile irtibatını” mecburen kesmek zorunda kalmıştır. Ta ki, bu irtibat yeniden sağlanana dek “suçluluk” ve dolayısıyla “ben’in kendisi için alması olan günah” hep kişinin iç gündemini işgal edip duracaktır.

Yeşaya bu nedenle insanın “benini fark ile” kendisini getirdiği durumu öncelikle vurgulamaktadır. Bu insanin “önceki haldir” ve kitabının sonunda ise “alma arzusunun ıslahı ile” yani “vermek için alma” durumuna gelme ile insanın “Yaratan suretine” dönüştüğü son halini vurgulamaktadır. Bu nokta “sonraki haldir”.

Çünkü bakın, yeni bir yeryüzü, yeni bir gök yaratmak üzereyim; geçmiştekiler anılmayacak, akla bile gelmeyecek. Yaratacaklarımla sonsuza dek sevinip coşun..Çünkü yaratacağım yeni yer ve gök önümde nasıl duracaksa , soyunuz ve adınız da öyle duracak –Yeşaya 65:17-18 ve 66:22

Varlığımızın “varlık nedeni olan Yaratan’ı” yansıtması ancak ve ancak bizi biz yapan kendi varlığımızın aşağı çekilmesi ile söz konusu olacaktır.

Burada “benin işleri” nedeniyle aşağı seviyelerde gezinenlerin durumu üç şekilde resmedilmektedir:

A. Kendi “benleri” yükselmiş ama aslında “hayat seviyeleri alçalmıştır” -vay haline (2-9)
B. İbadetlerinde iki yüzlü olmuşlardır- anlamsız sunular getirme-(10-20)
C. Karakter bozukluğu – hepsi rüşveti seviyor-(21-26)
D. Bu durum ıslah olmazsa karşımıza çıkacak olan sonuç- işleri kıvılcım gibi olacak(27-31)

Başkasının bizi gördüğü gözlerle kendimizi izleyebilmek ne kadar “ maddi bedene” çeki düzen veriyorsa Yaratan’ın bakış açısından kendimizi görmek “yalnız maddi değil manevi varlığımızın bütününe” çeki düzen vermek anlamındadır.

Bu bölümün tamamında aslında acil ihtiyacımızın: “alma arzusu ile sürekli her şeyi yalnız ve yalnız kendimiz için aldığımız gerçeğini fark etmemizdir” yani dindar ve hatta manasını da tam olarak vermeyen bir ifadeyle “günahlılığımızı” fark etmemizdir. Bu gerçek bir yürek problemidir.

YARATAN’IN YÜREK BURUKLUĞU
Çocuklar yetiştirip büyüttüm ama bana başkaldırdılar.

Kainat içinde “Allah dünyayı öyle sevdi ki;” ifadesi ile dünyaya yalnız dünyaya “Oğlu’nu gönderdiğini” görüyoruz. Mesih’in kurtarışı da bu dünya için ve çocuklara yani Yaratan’ın evlatlarına sunulan bir merhamet uzantısı olarak karşımıza çıkıyor. Bütün bu tabloda gördüğümüz tek bir gerçekle karşılaşıyoruz. Yüce Allah’ımız gerçekten ihsan etme ile hoşnut oluyor, biz bu kelimeyi daha çok “lütuf” ile algılıyoruz. Aslında “ihsan” içinde “hasene” yani iyilik kökü var. Yani “Mutlak iyi olan” kendi “iyiliğinden” bütün yaratılışı ve elbette dünyayı ve elbette insanlara “ihsan ediyor”. Karşılık beklemeyerek bir anne gibi çocuğunu beslemekten beklediği tek karşılık “onun bu beslenmeyi doğru düzgün kabul etmesi”.

Aynı şekilde kainatın Efendisi Yüce Allah’ın da evladından beklediği “kabul etmesi”, aynı Mesih İsa’da “haçta ölümü” kabul etmesini istediğinde beklediği sadece “bunu kabul etmesi” olduğu gibi.

Ama bana baş kaldırdılar.

Rahmet ve merhamet ve ihsan ve lütuf her tür ifade ile ifadelendirilebilecek olan bir “çıkar için karşılık bekleme yerine” aksine “vermenin hazzını hissetmek için” ihsanı fark etmeleri arzusu ile bir sesleniş duyuyoruz burada. Ve “BEN’in” kendi görkemini yansıttığı parçalarından beklediği kendi tecellisinin tam olarak görevi henüz üstlenemediklerinden duyulan bir kaygıyla Yaratan “ama baş kaldırdılar” vurgusuyla adeta bu burukluğu dile getiriyor.

Ayrıca burada olması gereken vurgulanıyor “benin farkındalığı” kendi “VARLIĞININ” farkındalığı için söz konusu olduğundan bunu bir an önce yapmaları ve bu konunun hızlandırılması arzusu belirginleşiyor.

Bizler gerçekten baş kaldırdığımızı hissediyor muyuz? Yaşamın zorlukları içinde böyle bir durumda olduğumuzu gerçekten hissedebiliyor, görebiliyor muyuz?

Özellikle burada yakınma her sonucun bir sebebi olduğu vurgulamasını getiriyor. Hayvan düzeyinde bile sahibin tanındığı vurgulanıyor ya insan düzeyinde. Yani “hayvan” özellikle kendisini hisseden olarak cansız ve bitkilerden ayrılıyor ve “sadece kendi varlığının farkında olduğu halde” eğer o bile efendisini tanıyor ise o zaman İsrael’in haydi haydi Yaratan’ı, sahibini tanıması gerektiğini belirtiyor Yeşaya.

Yakup’un güreşme olayını kutsal yazıları okuyanlar bilirler. Bu güreşme sonucu bereketleme alan ve adı değiştirilen İsrael örneği aslında oldukça açık bir örnektir. Yani “ben kimim? Neyim? Niçin varım?” şeklindeki içsel güreş sonucunda ulaşılan yer İsrael’dir. Yani “Yaratan’a giden yol”dur. Eğer kişi bu yola çıktı ise farkındalığın “bereketini” almıştır. Dolayısı ile sahibi unutması aslında “hayvan seviyesinin bile altına düşmesi” sonucunu getirir. Yani kişi “bitki düzeyindedir” bitki kendini hissetmek yerine sadece tepkilere yönelir.

Fakat inişler ve çıkışlardır kişiye “erdemli” kılan. Bu bağlamda yazılar “seni bir lahzacık bıraktım büyük bereketlerle toplayacağım” demektedir. Eğer kişi mana anlamında “İsrael” ise yani “Yaratan’a yol” ise o zaman o ilke bereketin etkisinde ister istemez uzaklaşmış olsa bile Yaratan’a yine çekilme şansının olduğu anlamındadır. Yani İsrael’in Kainatın Efendisini ne kadar uzaklaşırsa uzaklaşsın tamamen unutması mümkün değildir. Bu “aptalca bir durumdur” ve Yaratan’ın yüreği için burukluktur.

GÜCÜN KIRILMASI
Baştan çıkmış çocukların vay haline

Küçük bir çocuk kendi başına her şey yapacağını sanmaktadır. Hatta meşhur örnekte olduğu gibi deniz kıyısında elleri ile açtığı küçük çukura bütün denizi taşıyacağını bile düşünmektedir. Oysa bunu düşünmek bile bir anlamda çılgınlıktır. Aslında kendi kendini bile giydirip beslemesi, koruması mümkün değildir. Ailesi yanından biraz uzaklaşan çocuk adeta güç kaynağından ayrılmış bir makine gibi güç kırılmasına uğramıştır.

İsrael yani “Yaratan’a doğru” yol alan kişi de “benliğinin farkındalığını” bir an için unutmaya başlar ve hele bunu alışkanlık haline getirirse artık kaynağından uzaklaşmış, kaynağına yabancı olmuş bir makine gibidir ve ancak bir müddet kendi birikimi olan gücüyle gidecektir ve ya sonra? İşte bu nedenle Yeşaya’nın ifadesinde “vay haline!” ifadesi kullanılmaktadır.

Günahların anası yani “alma arzusunun yalnız kendi için alması” ancak bu noktada artık çıldırmış gibidir. Çünkü bir öküz bile efendisinin farkındayken artık İsrael-Yaratan’a doğru olan yalnızca kendisini fark etmeye başlamıştır. Çünkü kendi gücüyle yetinmek durumundadır. İşte bu günahı ve dolayısıyla cezayı da beraberinde getirmeye başlar.

Artık Yaratanla güreşen Yakup yani İsrael kendi ile güreşmeye başladığında yeniden Yakup halini alma eğilimindedir. Yani aldatan, kendi kendine yettiğini düşünen ve kısacası günahkar. Bir diğer deyişle “bereketi öncesinde” dönen. Bu işte “gücün kırılmasıdır”.

Çok dayak yiyen bir adamın artık acıyı hissetmemesi gibi, çok soğukta bıçağın kestiğinin fark edilmemesi gibi adeta böyle bir hissizlik durumu içinde olma farkında olmadan “Yaratan’a doğru’yu” artık “benin derinlerine” doğru çekmektedir. Bu çekiş ve hissizlikte işin tuhaf tarafı kişinin kendisini güçlü hissetmesidir.

Oysa esas güçlülük Yaratan’la form eşitliğinde olmak yani efendimiz İsa’nın dediği gibi “kendini inkar etme” ile Mesih’te Baba ile bir olmakla söz konusudur. Çünkü orada güç kaynağından ayrılmak değil, kaynağa yapışmak esastır. Ve bu kaynağın akımı “saran ışığı” kutsal Ruh’tur.

Ama siz seçilmiş soy, Kral’ın kahinleri, kutsal ulus, Allah’ın öz halkısınız. Sizi karanlıktan şaşılası ışığına çağıran Allah’ın erdemlerini duyurmak için seçildiniz-1.Petrus 2:9

Burada Yaratan suretine transfer gerçek (yine ruhani manada) İsrael’i görüyoruz. O artık Oğul’u giyinmiştir. Ve elbette Oğul’u giyinmekle Yaratan’ın formunu edinmiş olmaktadır ve artık “ben’e ölmüş” olması gerektiği gibi “BEN’e” yani Yaratan’ın kucağına doğru koşan bir yaşamı deneyimlemektedir.

Günümüzde kilise aslında acil bir ihtiyaç içindedir bu yeniden “beninin farkındalığına” kavuşmak ve elbette “günahlılığını” hatırlamaktır. Vahiy bölümünde Mesih İsa sürekli olarak yedi kiliseyi uyarmaktadır. Bu uyarılar günümüzde her bir kilise için geçerlidir. Mesih İsa’da manevi manada yeni İsrael olan Mesih’e ait olanlar da Yeşaya’nın dönemindeki durumdan kendilerine yeterince ders çıkarmalıdırlar.

Bugün RAB, size verdiği söz uyarınca, öz halkı olduğunuzu açıkladı. Bütün buyruklarına uyacaksınız. Allahınız RAB sizi övgüde, önde onurda yarattığı bütün uluslardan üstün kılacağını, verdiği söz uyarınca kendisi için kutsal bir halk olacağınızı açıkladı –Yasanın Tekrarı 26:18-19

Kalp noktası açılıp Yaratan’ın ışığını, saran ışığını yüreklerine alanlar Yeşaya dönemindeki İsraellilerin örneğinde olduğu gibi sadece yürek noktası seviyesinde kalabilirler. Oysa o noktada kalmak henüz en büyük sorunu günahı halletmek anlamına gelmemektedir. Mesih’i kurtarıcıları efendileri olarak kabul etmek yani giyinmek durumundadırlar. O zaman “benlerini” Yaratan’ı edinerek değişime uğrattıkları için artık Yaratan’la eşit formatta olurlar ve dolayısı ile onlar artık Yaratan’ın öz halkıdırlar. Elbette dünyadaki maddi manada yer alan milletlerin üstünde mana aleminde esas geldikleri yere doğru ilerleyen “ruhlardır” onlar Mesih’in bedenini oluşturarak Allah’a kavuşmuşlardır. Olması gereken de budur.

YARATAN’IN KIRILAMAZ İHSANI
Her şeye Egemen RAB bazılarımızı sağ bırakmamış olsaydı, Sodom gibi olur, Gomoro’ya benzerdik.

Her asırda Adem’in farkındalığı ile kırılmış ruhlar İbrahim gibi soranların ve Musa gibi benlerinin üzerine çıkanların rehberliğinde bir yolla “ışıkla” tanıştırılmışlardır. İbraniler mektubunda yazdığı gibi son çağda da bu kelimenin “arzu ve beden” giyinmesi ile Mesih İsa’nın kurtarışında kendisini ilan etmiştir. Ve eğer bu ışık insanlar ve Mesih’te bütünleşen Yaratan formunu edinme gayreti olmasaydı elbette kainat yalnız “egoların” hakimiyetinde dolayısıyla şeytanın hükümranlığında tamamen bir kaotik ortam olacaktı.

Mesih İsa bu nedenle hep “kapının darlığından” bahsetmektedir. Ve samimi olarak yürek gözleri açılmış olanları “asla bırakmayacağı ve asla terk etmeyeceği” konusunda bir güvence vermektedir.
Bu Yaratan’ın bütün insanlığa olan “ihsanının” kalplerdeki dokunuşunun ortam her ne kadar sert olursa olsun işlediğini göstermektedir. Maddi ihsanlarla birlikte binlerce manevi ihsan zaten herkese yansımaktadır. Ama bunun Yaratan’ın karşılıksız ihsanı olduğunu ve alınmasının ve başkalarının yararına sunulmasının esas Yaratan’a benzemek olduğunu anlamak kalp gözünün açılması ile mümkündür. Ve esas olması gerekende budur. Bu ihsan asırlardır az kişilerle ışımakta olsa da vaade göre yani “kimse kimseye RAB’bi bilin diye öğretmeyecek” evresine kadar da böyle devam edecektir.
Artık anlayın ki, ben, evet ben O’yum, benden başka Allah yoktur! Öldüren de, yaşatan da- Tes.32:39
Yeşaya derdini anlatmadan önce bize “alma arzumuzu yalnız kendimize” kullandığımızı söyleme gayretindedir. Demek ki, bunun farkındalığı kalp gözünün Ruh’ta açılması ve islahın Mesihte başlamasıdır. Ne mutlu kalp noktaları açılanlara!
TURGAY ÜÇAL

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder