29 Kasım 2009 Pazar

Kelam Damlası:YARATILIŞ'TA DÖRT SEVİYE


Kutsal Kitap'ta Yaratılış bölümünü derinden incelersek dünyanın yaratılışında 4 aşama olduğunu görürüz.

Cansız, bitki, hayvan ve insan...

Tanrı, ilk olarak cansız varlıkları yarattı. Sonra, bitkiler yani doğa ile süsledi. Ardından, hayvanlar yaratıldı. Ve en son yaratılan ise insan oldu.

Peki mana ilmi açısından bu Yaratılış bölümünün önemi nedir?

Burada, insanoğlunun 4 seviyesi bulunmaktadır. Ki birazdan anlatacağım bilgiler Maslow'un Hiyerarşisi (ya da Piramidi) ile de örütşme halindedir.

Cansız seviye, hiç bir şey üretmediğiniz en temel seviyedir.

Bitki seviyesi ise, kendine ait fikirleri olmayan, kendisini geliştirmeyen, tıpkı ayçiçekleri nasıl güneş hangi yöndeyse ve oraya doğruluyorlarsa, her duyduğu ya da yeni öğrendiği fikre belli bir süre kapılıp giden, başkalarının arzularını takip eden kişileri betimler. Örneğin, ay biraz Hinduzim ile ilgileneyim, a burda da Budist öğreti varmış, a şu marka bu aralar meşhurmuş,vb.

Hayvan seviyesi ise, insanın alma arzusunun salt hali olarak açığa çıktığı alandır. Sadece kendi benliği için almak ister. Genellikle psikoloji ilminde "id" olarak geçer. Yemek, içmek, barınmak, üremek ve sahip olmaktır. Malesef dünyanın çoğu bu seviyede varlıklarını sürdürüyorlar. Savaşların ardındaki neden bundan ibaret..."Ben"im olsun düşüncesinin acımasızlığı bu seviyede kendisini ifşa eder.

En son seviye ise "insan" olma halidir. Ne tuhaf değil mi? Hepimiz insan olduğumu söyleriz fakat "insan" olma durumuna kaçımız gelebildik? Burada "insan-ı kamil" olma yani "alma arzusunu vermek için kullanma" vardır. Mevlevilerin semah dönerken ki el hareketi aklınıza gelsin. Bir el yukarıda diğer el ise yere, toprağa doğru bakar. Yani, "Yaratan'dan aldığını Yaratılan'a verir." Bunun adına "ihsan etme" deriz. Ve bu Tanrı'nın doğasında var olduğundan, insan ancak bu seviyede Tanrı'nın halefi olabilir. Tanrı'nın ışığı sizin üzerinizde bu noktada parlar.

Ancak şunu da belirtmek gerekir, her insanın içinde bu 4 seviye aynı anda mevcut olabilir. Veya yaşamınızın evrelerinde seviyeden seviyeye geçersiniz. Mana ilminin en önemli amacı kişinin kendini bu seviyelerde ıslah etmesidir.

Derleyen: Burcu A.

İlahi Işığı: Kutsal Irmak


Ey kutsal ırmak, ak bahçeme ak!

Toprak toprak sulayarak ak bahçeme ak!

Hikmet pınarlarından doğruluk kıyılarına; ak bereketleyerek

Hikmet pınarlarından doğruluk kıyılarına; ak hayat vererek

Ey kutsal ırmak, ak bahçeme ak!

Yaprak yaprak can katarak ak bahçeme ak!

Hikmet pınarlarından doğruluk kıyılarına; ak bereketleyerek

Hikmet pınarlarından doğruluk kıyılarına; ak hayat vererek

Ey kutsal ırmak, ak bahçeme ak!

Köşe bucak yıkayarak ak bahçeme ak!

Hikmet pınarlarından doğruluk kıyılarına; ak bereketleyerek

Hikmet pınarlarından doğruluk kıyılarına; ak hayat vererek.


(Yaratılış 2:10)

28 Kasım 2009 Cumartesi

Ayet İncisi


Dikkat edin! Yapmanız gereken doğru işleri gösteriş için insanların gözü önünde yapmayın. Öyle yaparsanız, göklerdeki Babanızdan ödül alamazsınız.Bu nedenle, birisine sadaka vereceğiniz zaman bunu ilan etmek için önünüzde borazan çaldırmayın. İkiyüzlü kişiler, insanların övgüsünü kazanmak için havralarda ve sokaklarda böyle yaparlar. Size doğrusunu söyleyeyim, onlar ödüllerini almışlardır.Siz sadaka verdiğiniz zaman, sol eliniz sağ elinizin ne yaptığını bilmesin. Öyle ki, verdiğiniz sadaka gizli kalsın. Gizlilik içinde yapılanı gören Babanız sizi ödüllendirecektir.
(Matta: 6: 1-4)

Mesel Çalışması: Tohum Benzetmesi


TOHUM BENZETMESİ
Matta 13:1-23

Mesih’in sözlerine baktığımızda biz bu sözlerin oldukça resimsel bir anlatıma sahip olduğunu görüyoruz.
“Kendi sözlerinizle aklanacak, yine kendi sözlerinizle suçlu çıkarılacaksınız” (Mt.12:37) ve dikkat edersek Mesih’in sözleri insanları sürekli çekiyordu.
Devenin iğne deliğinden geçmesi; kişinin gözünden mertek çıkarılması, bölünmüş bir evin yıkılacağı, çocukların ekmeğini köpeklere atmak, Ferisilerin mayası gibi sözlerle vaazlarını ifade ediyordu.
Meselleri ise yani anlattığı öyküler ise gerçek yaşamdan alınmış kesitlerdi. Örneğin; kaybolan oğul, iyi Samiriyeli, Ferisi ve vergi mültezimi, düğün şöleni, koyunlar ve keçiler bu öykülerdendir.
Her bir meselin her bir detayı bir anlam ifade etmemekle aslında yaşam içinde belli bir örneği alıp bir öğretiyi daha net vermeye çalışmaktadır. Ama bazen insanlar anlatıların ayrıntılarına takılıp kaldıkları için mesellerden yanlış öğretilerde çıkarmaya kalkmışlardır.
Hükümranlık Meseli
Matta’nın 13.bölümüne kadar bir mesele rastlanmazken birden bire yedi meselin arka arkaya sıralandığını görürüz. Çünkü burada artık verilmek istenilen tek bir konu vardır “Allah’ın Hükümranlığı” bu nedenle bu meseller “hükümranlık meselleri” dir.
Bu normaldir çünkü bazen Matta İncil’i içinde İsa Mesih “İsrail’in Hükümdarı” olarak takdim edilmektedir. Markos İncil’i içinde “İnsanoğlu” ve Luka’da ise “kul” olarak ifade edilmektedir.
Matta’nın girişinde daha Mesih İsa’dan “Davut Oğlu” şeklinde bir bahsedilme vardır. Matta 3:2’de “Tövbe edin! Göklerin Egemenliği yaklaşmıştır” sözleriyle Yahya’nın ortaya çıktığı söylenmektedir. Ve 4:17’de Mesih İsa’nın vaazınında aynı olduğunu görüyoruz.
Matta 5-7 bölümlerinde “Hükümranlık Ahlakına” dikkat çekilmektedir. Ve 8-12’de mesellerle “Hükümdarlığın Gücüne” dikkat çekilmektedir. Kısacası daha ilk girişten itibaren Matta İncil’i bize Allah’In hükümranlığını vurgulamak istemektedir.
Mesellerler dörde üç bir tasnife sahiptir.
İlk dört; yani tohum benzetmesi, deliceler, hardal tanesi ve maya mesellerinde Mesih İsa kalabalıklar önünde konuşmaktadır. Son üç meselde ise yani; define, inci ve ağ benzetmelerinde ise yalnızca öğrencileri önünde durmaktadır.
Aslında ilk mesel genel olarak Allah’ın hükümranlığından bahsederken diğer taraftan diğer üçü bu hükümranlığın sürekli bizden çalınmaya çalışılması gerçeğine bizim dikkatimizi çekmeye gayret etmektedir. 5 ve 6. mesel bütün saldırılara rağmen hükümranlığın aranmasındaki tavır vurgulanmaktadır. Son meselse hükümranlığın tamamlanışından bahsetmektedir.
Bütünü Mesih İsa’nın gelişinden ikinci gelişine dek olan dönemde müjdesinin yayılmasında resülleri ile birlikte gerçekleştirdiği zaferli hizmetini ifade etmektedir.
Tohum benzetmesi
Hükümranlığın orijini üzerinedir bu ilk mesel. Matta 13:3-9’u hemen hemen hepimiz iyi biliyoruz. Ekincinin biri tohum ekmeğe çıktı...18-23 ayetleri arasında İsa Mesih’in bazı noktalarda bu meselini yorumladığını görüyoruz. Tohum hükümranlığın müjdesini temsil etmektedir. Ve yine Mesih’in ifadesi ile (19.a) toprak insan yüreğidir. Buradaki farklı topraklar Mesih’in müjdesi olan “Allah’ın Hükümranlığının” kabülü ya da reddini neden olan insan yürekleridir.
Ektiği tohumlardan kimi yol kenarına düştü....yol kenarı yani yürek kenarı yürekte bir yol var demek. Bu yol, yol, gerçek, yaşam olabilir. Ama burada yolun kenarı, yüreğin kenarına içine düşmeyen bir gerçek var. Müjde geliyor ama bu güzel tohumu, bu küçük noktayı kötü olan götürüyor. Bu tarz toprak sert toprak olarak ifade edilmektedir. Tohum bu toprağa doğal olarak düşer. Dikkat ederseniz toprak onu içine sindiremez. Neden çünkü hedefe açık değildir. Yani bu yürek hedefi vuran yürek değildir yani günahlıdır. Günah- hedefin vurulmaması anlamındadır.
Tanrı’ya ilişkin bilinen ne varsa, gözlerinin önündedir..bu nedenle özürleri yoktur..Tanrı’yı bildikleri halde O’nu Tanrı olarak yüceltmediler....anlayışsız yüreklerini karanlık bürüdür (Rom.1:19-23). Burdaki durum budur. Allah bu durumda onların yine yazıların dediği gibi “yüreklerinin tutkuları içinde bıraktı”. Ve bu insanlar “yalnız yapmakla kalmaz, yapanları da onaylarlar” derken hedefi tutturamayan bir yaşam tarzı yani günah içinde yüzen bir yaşam tarzı artık yüreklerin hakimi olmaktadır.
İşte İsa Mesih’in müjdesi bu durumun karşısına “Allah hükümranlığını” çıkarmaktadır. Ama bütün özgürlüğüne rağmen Allah Hükümranlığının bir kısıtlamasını bile çok gören bir insan modeli yani “Adem” söz konusudur.
Toprağı az, kayalık yerlere düştü....yani sığ bir yüreğe düştü “Allah Hükümranlığı” müjdesi. Derin boyutlara kapalı, kısır, vizyonu olmayan, gizemi sadece üfürükçülük tarzı şeylerde arayan ama daha derin, daha evrensel, hatta bilimsel gerçeklere kapalı bir yürekten bahsediyor burada. Dindarlığı sadece kurallarla sıkıştırmış bir yürekten bahsediyor. Biraz anlar gibi oluyor Müjdeyi. Çünkü yeni bir moda gibi geliyor bu daha önce duymadığı ve yürek okşayan sözler. Ama sonra toprak derin olmadığı için, yürek derin olmadığı için yüzeyde kalıyor taki güneş onu kavurana kadar. Sıkılına kadar, daha yeni bir şeyler kişinin derin olmayan yüreğinin dikkatini çekene kadar. İşte o nedenle bir çok evangelical kiliselerde coşku ile başlayan Mesih İsa imanı müjdeyi almadan yüreğe sindirmeden yanıp gidiyor.
Ya da sevinçle aldığı bu müjde başkalarının anlamadığı bir yaşamı size getirdiği için sizi sıkıntıya sokmaya başlıyor ve hatta sözlerle, hareketlerle insanlar size “dinsiz, bu ne kolay din, böyle de inanç olur mu” gibi sözlerle yaklaşıyorlar ve “Allahın Hükümranlığı”müjdesi aslında sizde de temellenmediği için ve sadece şekli anlamalara kapıldığınız için yavaş yavaş sizi başka yöne sevkediyor. İşte derin olmayan yüreğin Müjdeyi algılayışı. Bugün binlerce Hristiyanım diyenin aslında sadece şahıs olarak Mesih İsa’yı tanımakla beraber esas olan “Allah’ın Hükümranlığı” müjdesini almamasından kaynaklı soğuk bir dindarlık yaşadığı gerçeği ile karşılaşıyoruz. Hatta Mesih İsa’nın öğretilerinden ve yaşamından ve kurtarış Müjdesinden fersah fersah uzakta belli mezhepler içinde dinler yaşadıklarını görüyoruz.
Kimi dikenlerin arasına düştü....dikenler büyüdü ve filizleri boğdu. Mesih İsa “dünyasal kaygıları ve zenginliğin aldatıcılığı sözü boğar” diyor. Evet, yaşadığımız çağda sırf kendi kiliselerimize baktığımızda aslında geçim, iş, gelecek, insan ilişkileri gibi kaygılar içinde bulunduğumuz gerçeği ile karşılaşıyoruz. Aynı zamanda çoğumuzun parası olmadığı halde bizim ülkemize ve kiliselerimize bakarsak birçoğumuzun cep telefonlarına hatta bilgisayarlara ve tabi televizyonlara sahip olduğumuzu görüyoruz. Yani aslında bugünün şartlarında belki zenginlik sayılmasa da söylenilmek istenilen söz açısından zenginliğe sahibiz. Ve bu durumlar filizlenmeye yüz tutan sözün büyümesini engelleyecek her ortamı oluşturmuş oluyor. Tam yürekle dua esnasında çalan telefon, Allah’tan beklerken sabrı öğrenmemiz gerekirken sabırsızca telefonlarla ulaştığımız istemlerimiz. Yüreklerimizdeki manaya henüz ulaşamamışken binlerce kilometre uzaklıklara e-maille (maddi işlemlerle) ulaşmış olabilmemiz. İşte bütün bunlar manayı ve kutsalı boğuyor. İşte Mesih İsa bu nedenle şöyle diyor Zengin kişi Göklerin Egemenliği’ne zor girecek. Yine şunu söyleyeyim ki, devenin iğne deliğinden geçmesi, zenginin Tanrı Egemenliği’ne girmesinden daha kolaydır (Matta 19:23).
Kendime, ey canım, yıllarca yetecek kadar bol malın var. Rahatına bak, ye, iç, yaşamın tadını çıkar diyeceğim (Luka 12:16-21) bu sözlerin arkasından Mesih ölüm gerçeğini hatırlatmaktadır. Yani kısacası bütün bu yaklaşımlarda hedefin zenginlik olması zenginliğe karşı olunmaktan değil zenginliğin yüreği nerelere götürdüğündendir. Yani esas insan olma meyvelerini hele hele “Allah’ın Hükümranlığında” bir yaşamı algılama yeteneğini ortadan kaldırmasından kaynaklı bir karşı çıkma söz konusudur. Ve bazı topraklar yani yürekler bu nedenle çalıyı, çırpıyı, dikeni ortadan kaldırmalıdırlar.
Kimisi iyi toprağa düştü...iyi toprak düşenden daha çok meyve vermekle değerlendirilmektedir. Bu yürek Mesih İsa’nın “Allah’ın Hükümranlığı” müjdesini ta içine yani yola almıştır. “Yol, gerçek ve yaşam benim” diyen Mesih’in müjdesi ile “ben insanlarda bol yaşam olsun” diye geldim sözü yürek içinde “Allah’ın Hükümranlığı” ekimi sonucu meyvedar bir insan modelinde anlam kazanmaktadır.
Mesih İsa “iyi toprağa ekilen tohum ise, sözü işitip anlayan birine benzer. Böylesi elbette ürün verir, kimi yüz, kimi altmış, kimi de otuz kat” demektedir. Yani ürün tohumun üstünde olmak kaydı ile üründür. Ne kadar çok olması değil ekimin sonuç vermesi esas olandır.
Demek ki, Müjdenin ilanı dörtte bir yüreklerce net algılanabilecektir. Ve meyvedarlık yine dörtte bir yüreklerde gerçekleşecektir. Ve ürünün ne kadar olduğu değil, ekimin bir sonuç vermesi esastır.
Burada esas nokta Müjdenin ekiminin sonuç vereceği gerçeğidir. Şimdi yüreklerimize yeniden bakalım acaba ne tarz bir yüreğe meselin ifade ettiği gibi toprağa sahibiz. Toprağınız iyi değilse öyle kalacak değilsiniz. Allah’ın Hükümranlığını vaaz eden Mesih İsa “Ben gerçek asmayım ve Babam bağcıdır” (Yuh.15:1). Kısacası muhteşem nizamın sahibi Kainatın Efendisi Efendimiz Mesih’in Babası gerçek evrenin bahçevanıdır. O zaman asmada kalmamız yani Mesih’e asılı durmamız Muhteşem Bahçevanın işlemesine sebeptir. Ve toprağımızı iyi toprak yapacak olan O’dur.
Bakın “Kainatın Efendisini” şu sözlerde bir daha düşünün Üzerinize temiz su dökeceğim, arınacaksınız. Sizi bütün kirliliklerinizden ve putlarınızdan arındıracağım. Size yeni bir yürek verecek, içinize yeni bir ruh koyacağım. İçinizdeki taştan yüreği çıkaracak, size etten bir yürek vereceğim. Ruhumu içinize koyacağım; kurallarımı izlemenizi, buyruklarıma uyup onları uygulamanızı sağlayacağım (Hezekiel 36:25-27). Kısacası kainatın bahçevanı toprağımızı değiştirme yeteneğine sahiptir yeter ki “gerçek asmada” Mesih İsa’nın bedeninde kurtuluşu gönenmişler olarak kalalım.
Zengin adam Mesih’in sözlerine dayanamayıp gitti. İnsanlar şaşkınlıkla “öyleyse kim kurtulabilir?” dediler. İsa, “İnsanlar için imkansız olan Tanrı için mümkündür” dedi (Luka 18:26-27).
İsa onlara bakarak, “İnsanlar için bu imkansız, ama Tanrı için her şey mümkündür” (Matta 19:26).
Bu bağlamda bu sizin yüreğiniz için de geçerlidir. Mesih İsa’ya geliniz ve “Allah’ın Hükümranlığı” müjdesini açık bir yürekle işitip kabul ediniz.

TURGAY ÜÇAL

22 Kasım 2009 Pazar

Kelam Damlası:İSRAEL KİMDİR?


Kutsal Kitap'ın nerdeyse büyük kısmında ki özellikle Eski Ahit'te sürekli İsrael kelimesi geçer. Malesef günümüze kadar süregelen "dinsel kalıpların" yanlış anlaması sonucu bu terim sanki Yahudi olmakla veyahut İsrailli olmak ile bir tutulmuştur. Bu sebepten, gerek Hristiyanlar gerekse Müslümanlar Eski Ahit'i ırkçılıkla yargılamışlardır.


Fakat, gerçek bu değildir. Mana ilmi açısından bakıldığında karşımıza derin ve içi dolu bir anlam çıkar. Öncelikle şunu belirtelim ki, Eski Ahit zamanıda bugünkü gibi bir İsrail devleti yoktu. Demek ki İsrael olmak İsrail toprağında yaşayanlar anlamına gelmiyor. Bu şıkkı kolaylıkla eleyebiliriz.


Dahası, Eski Ahit'te adı geçen pek çok peygamberin ki Musa da buna dahildir, İbrani ırkına mensup olamdığını biliyoruz. Aralarında Mısır kökenlilerde vardı. O halde İsrael olmak bir ırk anlamına da gelmez.


Üstelik, yine Eski Ahit zamanında Musevi ya da Yahudi gibi kavramlarda ortada olmadığından dolayı Israel olmanın herhangi bir dinle de ilgisi yoktur.


Peki nedir Israel olmak? Tüm uluslara seslenen Tanrı, eninde sonunda ona döndürüleceğimizi söylüyorsa ve bir şekilde bize Israel olarak sesleniyorsa, bu ne anlama geliyor?


El, Tanrı anlamına gelir. Isra ise yürüyüş demektir. Yani, herkesin tartıştığı bu Israel kelimesi aslında "Tanrı yolunda yürüyenler" demektir.

Kutsal Kitap'ta bu kelimeyi gördüğünüz her yerde anlamını düşünerek incelerseniz, satırlardaki manayı rahat keşfedebilirsiniz.

Örneğin:

"Dinle Israel Tanrımız birdir".

Burda demek istediği, "Ey Tanrı yolunda yürüyenler, Tanrınız tektir." anlamına gelir.
Derleyen: Burcu A.

9 Kasım 2009 Pazartesi

Paganlaşan dinler


Zalimler tarihe damgasını vurmuş uygarlıkları yok ettiği gibi, kendi düşünce sistematiğine uymayanları ya görmezlikten gelmiş ya küçümsemiş, tersyüz etmekle kalmamış zorbalıkla yok etmeye çalışmıştır. Gelişen düşünceyi yok edemediğini gördüğünde kılık değiştirmiş,o düşüncenin kılıfı altında kendi çirkin emellerini sürdürmüştür.Hz İsa bunu en bariz örneği değil midir? Silaha, şiddete, kötülüklere karşı olan İsa ve Hristiyanlık önce yok edilmek istenmiş,bu nedenle Hz. İsa çarmıha gerilmiş, gelişmeyi engelleyemeyen Roma bu kez Hristiyanlığı paganlaştırmış, kendi düşünce sistematiğine uygun bir duruma getirerek şiddete, zulme dönüştürmüştür.Arap dünyası ise geçmişte olduğu gibi, putları yıkan İslamiyet'i putlaştırmış,özüne yabancı hale getirmiştir.Oysa Müslümanlık, paganlaşan Hristiyanlığın özüne dönüştür.Firavunlaşan Museviliğin özüne dönüştür.Oysa bu inançların özü güzel, amacı temizliktir.Sonuç itibariyle Müslümanlığın özü boşaltılmış,egemenlerin elinde Paganlaştırılmış, insanlığı uyutmanın bir aracı haline gelmiştir.Hz. Muhammed köleliğe baş kaldırıken şimdikiler köleler yaratmaya başlamıştır; kadına haklar verilirlen şimdikiler kadını esirleştirmiştir, bilime önem verilirken şimdikiler bilimi yok etmeye çalışmaktadırlar.


(Zerdüşt/ İbrahim Ülger)

7 Kasım 2009 Cumartesi

Ayet İncisi


Başkasını yargılamayın, siz de yargılanmazsınız. Suçlu çıkarmayın, siz de suçlu çıkarılmazsınız. Başkasını bağışlayın, siz de bağışlanırsınız. Sizde olanı verin, size verilecek. İyice bastırılmış, silkelenmiş ve taşmış, dolu bir ölçekle kucağınıza boşaltılacak. Hangi ölçekle ölçerseniz, size de aynı ölçek uygulanacak. Kör köre klavuzluk edebilir mi? Her ikisi de çukura düşmez mi? Öğrenci, öğretmeninden üstün değildir, ama eğitimini tamamlayan her öğrenci öğretmeni gibi olacaktır. (Luka 6:37-40)

6 Kasım 2009 Cuma

Yeşaya/Değiştiren Güç: Umut ve Alçalış


TRANSFORM-IV
DEĞİŞTİREN GÜÇ-UMUT VE ALÇALIŞ –Yeşaya 2:1-22

O bize kendi yolunu öğretsin, bizde O’nun yolundan gidelim.
Bizler genelde geçmişin izleri ile geleceğin getirecekleri arasında kaygı içinde sıkışmış bir durumdayız. Oysa hava ile sarılmış gibi aslında O’nun varlığında varız. Böyle bir dünya içinde kendimizi rahat hissetmemiz mümkün müdür?

İşte, bu noktada madde içindeki ölümlülüğümüz ve mananın ölümsüzlüğü bize Mesih’in kurtarış müjdesini getirmektedir. Mesih’in yüreğinin giyindiği ilahiliği edinme bizim de madde üstüne yükselmemiz demektir. Bu yükselişin farkındalığı bize ileriye kaygıların üzerinden bakmayı getirecektir. Ve Mesih çağının ışıltısı bizim geçmişin kıskacında günün yorgunluğu ve geleceğin kaygılarında bile kendi sonsuzluğunu göstermeye davet edip duracaktır.

Yeşayanın bu noktada bize hatırlattığı bir şey vardır. İnanç için anahtar sadece neye inandığımız değil hangi düzeyde ve hangi değere inandığımızdır.

Ey Yakup soyu, gelin RAB’bin ışığında yürüyelim.
Umut yüreği ışığı YARATAN’dan alıştadır.
Bu noktada Yakup gibi Yaratan’ı arayıp O’nunla güreşenler ve İsrael olanlar yani “Yaratan’a doğru” olanlar artık O’nun ışığının yürekleri deldiği kişilerdir. Kalp noktaları açılmış kişilerdir. Bu kişiler artık bu noktanın bütün yüreği, aklı, fikri tamamen kapsaması için Yaratan’ı edinmeye yola çıkmalıdırlar. Bu yola çıkışta Yaratan’ı edinmek Mesih’i kurtarıcı ve efendi olarak giyinmektir. Ruh orada harekettedir.

Ölümlü insana güvenmekten vazgeçin. Onun ne değeri var ki?
Alçalış ben üstünde YARATAN’a yükseliştedir.
Peygamberlik sorunların üzerinden geleceği ama umut dolu geleceği görebilmektir. Bir anlamda zifir karanlığa bir mum yakabilmenin yolunu bulan ve bu yolu başkalarına gösterendir peygamber. Bizim aslında iyiliğimiz, ruhsal anlamda huzurumuz şu anki sosyal konumumuza bağlı değildir. Umut aslında “dağın tepesindedir”. Umut “benin üstüne çıktığımız” o yerdedir. Musa’nın durduğu ve elbette efendimiz Mesih’in kendini bıraktığı Golgota’nın üzerindedir. Ve oraya Mesih’in ölümüyle varılır. “Baba ve Mesih’in bir olduğu noktada” Mesih’in bizim için kendini feda eden varlığında Mesih’te bir “Baba ve Mesih’le bir olarak”. Bu durumda Ruh oradadır.

UMUDUN GÜCÜ
RAB’bin tapınağının kurulduğu dağ, son günlerde dağların en yücesi tepelerin en yükseği olacak.
Genelde insanlar tapınakları hep bir yükseliş arzusuyla dağların tepesine kurarlar. Bu adeta kişilerin gezegenin üstünde bir yerden geldikleri izleniminde bir davranıştır. Yani bu manevi bir derinliğin hissini arayıştır. Mesih İsa bu nedenle “öyle bir saat geliyor ki Baba’ya ne bu dağda ne de Yeruşalim’de tapınacaksınız” demektedir. Yani yürek alma arzusunun üstüne yükselerek Yaratan’la bütünleşmektedir. Bu Mesih İsa’nın ölümü ve dirilişine iman edenin kendisinin Ruh’un rehberliğinde deneyimlediği bir gerçek olacaktır.

Bu bugün bir ırk, bir millet olan İsrael değildir. Dünyanın her yerinde Mesih İsa’nın kurtarışı ve öğretişleriyle açılan yüreklerin Yaratan’a doğru ışığı izleyerek ilerlemesidir. Yani tamamen ruhani manada “Yaratan’a doğru” yürüyenlerdir. Her milletten Mesih’in bedenini oluşturmuş olan ve Mesih’in ikinci gelişinde var olacak olan büyük umuda tabi kişilerin oluşturduğu İsrael’dir.

Eğer ışığa doğru yürümek söz konusuysa o zaman ışık fark edilmiş demektir. O zaman fark edilen bu ışık “kalp noktasının” oluştuğunu göstermektedir. Şimdi “dağın tepesine” yani “Golgota” noktasına yükselmek gerekir ve sonra Yeşaya’nın gördüğü umut oradan Efendimiz İsa’nın umuduna dönüşür “ ne o dağ, ne bu dağ” yani Mesih’le göğe yükseliş. Böylesi bir umut artık Yasa’nın üzerinde yüreğe yazılmış ayetlerin Mesihi ayetlerde belirgin bir umuttur. Yani “ben” haçtadır. Kan dökülmüştür yani karakter boşalmış artık ruhani bir karakter yüklenmiştir. Yani artık şahıs “Yeni Yaratılıştır”. Ve bu değişim “her dil ve diz bağlamında” Mesih’in ikinci gelişini getirecektir.

Yeşaya’nın “gel” “ışıkta” “Yaratan’a” gidelim ifadesinde “ışıkta” “Yaratan’a” yürüyüşe davet vardır. Yani İsrael olmaya davet vardır. “Yaratan’a doğru” olan..Oysa Yeşaya’nın günlerinde İsrael, İsrael’likten çıkmış bir durumdadır. Başlangıçta çalıştığımız üç konu İsrael’i manadan madde İsrail’e döndürmüştür. Yani a) günahtadır –Yaratan’da ıslahı bırakıp “benliğinde” yürümektedir, b) Yaratan’a samimi bir niyetle ibadet artık boş bir ibadete dönüşmüştür c) dolayısıyla karakteri Yaratan’dan ayrı olanların karakterine dönüşmüştür.

Bu nedenle formül yani yeniden esas surete dönüşüm “ışıkta” “Yaratan’a” yürüyüştür. Ancak “saran ışığın” rehberliğinin kabulünde bu gerçekten tam bir dönüşüm olur. Yani ışık Mesihtir ve Mesihle Yaratan’a yürüyüş Ruh’un sarmasıyla ve rehberliğiyle İsraeli oluşturur.

ALÇALIŞIN GÜCÜ
İnsanın küstah bakışları alçaltılacak, gururu kırılacak, O gün yalnız RAB yüceltilecek.
Umut elbette bizi Yaratan’a yapıştıracak olan çekimdir. Kaynağa dönüştür. Kaybolan oğul’un Babasına dönüş umudu en zorlu anında bile ona değişim gücü vermiştir. Oysa oğul önce “ben” dediğinde Babasının mirası ile “ben’ini” yükseltmeyi yani Yaratan’dan kaynaklı olmasından ötürü suret olma özelliğinde evi terk etmiştir. Ta ki sınırlarının sonuna geldiğini anladığında ve miras tükendiğinde kaynak umudunda geriye dönüş hem de temelli dönüş gerçekleşmiştir. Bu gidiş ve geliş önemlidir. Yükselişte Yaratan alçaltılmıştı ama insanın sınırlılığı gerçeğinde alçalan insanda Yaratan’ın yüceltilmesinden başka bir şey yoktur.

Yeşaya gururu üç alanda çok net olarak görmektedir. Allah’ın halkı arasında, dünyada ve ibadette. Allah’ın halkı arasındaki gururu anlatırken kullandığı anahtar kelime “dolu” kelimesidir. Bugün Mesih’in kilisesi de maalesef bir anlamda dünyasal hikmet, para, güç ve putlarla doludur. Yani Yeşaya kendi dönemi ile birlikte bu dönemin tekrarlandığı her anda İsrael’e konuşmaktadır. Çünkü inanan olduğunu söyleyenlerin yaşamı böylesine bir çok Yaratan’la bağdaşmayan şeylerle dolu olunca aslında Yaratan o noktada artık yoktur.

İkincisi, dünyada gururu anlatırken “O’na karşı olan her şey” tekrarlanmakta ve hepsinin alçaltılacağı vurgulanmaktadır. Aslında yükseltilen her şey, daha doğrusu insanın yücelttiği her şey maddedir. İnsanı tüketen sonunda haz vermeyen, yıldıran, solduran maddedir. Her şeyin alçaltılması aslında insana “kurtuluş” sunulmaktadır. Yani madde yetkisinin kalkışında “mana” ortaya çıkar ve madde çürümeye mahkumken mana sonsuzluğu teslim almaktadır.

Siz öncelikle O’nun egemenliğinin ve doğruluğunun ardından gidin- Mt.6:33
Mesih İsa’nın vurguladığı maddenin üzerine çıkma ve esas hedefin “O’ndan başkası olmadığı” gerçeği Yeşeya’da da esas temayı oluşturmaktadır. Dünyanın bütün maddi bağları aslında kişinin kurtulması gereken “benliğinin” yalnız kendine “alma arzusu”dur.

Yaratan’ın yalnız O’nun yüceltildiği gün aslında Cennettir. Yani “mananın” sonsuzluğudur. Bu da arzu ve beden olan varlığımızın Mesih’te bütünleşmesi yani “her dilin ve her dizin” aynı anda Mesih önünde diz çökmesi “Yaratan’ı edinmiş” adamın ortaya çıkması ve Yaratan’a tam dönüştür.

Üçüncüsü, ibadetteki gururu anlatırken “gümüş ve altına” yani maddeye tapınmanın her yere ve her şeye yayıldığı ifade edilmektedir. Aslında insanlar hala “doğru ibadet” içinde olduklarını düşünmektedirler. Kısacası “benleri” Yaratan’ı görmeksizin kendisini Yaratan kılmıştır. Bu nedenle de “gümüş ve altın” yani dünyasal veriler farkında olmadan ibadet unsurlarıdır. Oysa Pavlus’un Mesih’i izleyişindeki netlikte ibadet doğasını da görmek mümkündür.

..İsa Mesih’i tanımanın üstün değeri yanında her şeyi zarar sayıyorum, süprüntü sayıyorum-Fil.3:8

Yaratan’dan gelen doğruluğa sahip olmak Mesih’i tanımaktır. Mesih’i tanımak onu yaşamaktır. Mesih’i yaşamak Yaratan’ı edinmektir. Yani dolayısıyla ihsanı öğrenip “alma arzumu” Yaratan suretine dönüştüren “ihsan etmeye” yöneltmektir.

Demek ki, Yaratan’ı edinme umudu Mesih İsa’da bize sunulmuş Müjdedir. Kendini inkar ile haçta kurtuluşu dağıtan Mesih’i edinerek “ışıkta” “Yaratan’a” “saran ışıkla” yürümektir. Bu da ölümlü adamı terk ile olmaktadır.

Kısacası acil ihtiyaç günahlı, boş ibadet içinde ve kötü bir karakter içinde olduğumuzun ve ölümlü insana güvenmemenin farkındalığında “ışıkta” “Yaratan’a” Ruh’la yürüyenler olmamızdır. Bu da Mesih’le yükseliş umudunu diri tutmanın “ben’i” alçaltacağı ve düşmüş kenti yeniden sadık kente dönüştürüceği gerçeğini beraberinde getirecektir.


TURGAY ÜÇAL

4 Kasım 2009 Çarşamba

Mutluluğun Anahtarı


-MUTLULUĞUN ANAHTARI-
Sahip olduklarımızın farkındalığı

MUTLULUĞUN ANAHTARI SAHİP OLDUKLARIMIZIN FARKINDA OLMAKTIR.
Bazen insanlar sahip olduklarının değerini ancak kaybettiklerinde anlıyorlar. Oysa mutluluk daha kaybetmeden elimizde olanların farkında olmakla alakalıdır. Bunu aslında fikir olarak bir çoğumuz kabul ederiz. Ederiz etmesine de yine de bir çok insanın bir çok şeyi kendilerine dert ettiklerini ve hatta bir çokları için dert olmayacak şeyler yüzünden kendi yaşamlarını harap ettiklerini görürüz.
ASLINDA MUTLULUK DÜŞÜNCENİN BİR AŞAMASIDIR
Batı mutluluğu dışardan edindikleri ile ifade etmektedir. Doğu da ise bu biraz daha gönülle bağlantılıdır.
Oysa Kutsal Kitap öğretisine göre mutluluk kendiliğinden olan bir şey değil “düşüncenin yenilenmesi” ile bağlantılıdır. Dünyadaki bir çok şeye hatta güzel bir aileye, bazı manevi değerlere de sahip olabilirsiniz ama hala huzursuz olabilirsiniz.
Kutsal Kitap esininde yazılmış bir kitapta “Zengin olan kimdir?” sorusuna “ Sahip oldukları ile mutlu olan kişidir” şeklinde bir not düşülmüştür.
Bu nedenle her sabah Tanrı’ya yöneldiğimizde içtenlikle yaşam armağanı için, görebildiğimiz, duyabildiğimiz, düşünebildiğimiz için Tanrı’ya şükranlar sunmamız çok önemlidir.
SAHİP OLDUKLARINIZDAN MUTLULUK DUYDUĞUNUZDA BİRÇOK SORUNUNUZUN ASLINDA PEKTE SORUN OLMADIĞINI GÖRÜRSÜNÜZ
Belki bu yazıyı okurken bir çok sorunlarınız olduğunu düşünüyorsunuz, belki gerçekten de sorunlarınız var ve oldukça da ciddi. Ama gözlerinizi bir an olsun kapayın ve gözlerinizi yitirdiğinizi düşünün, bütün renklerden, sevdiklerinizin çehrelerinden uzakta ve bir daha hiç bir zaman kaçamayacağınız bir karanlık içinde olduğunuzu hayal edin. Ya böyle bir durumda olsaydınız? Acaba böyle bir durumda kaç tane büyük sorununuzun aslında hiç de büyük bir sorun olmadığını düşünecektiniz.
Bir gözün içindeki görme yeteneğini veren göz bebeğinin ne kadar paha biçilmez bir değeri olduğunu hiç düşündünüz mü? Aslında ne kadar zengin olduğunuzun farkında mısınız?
MUTLULUK YOLUNDA YANLIŞ İNANÇLAR
1.Mutluluğun yöntemini bir bulsam her şey anında mükemmel olacak.
Sakın bunun birdenbire olacağını düşünmeyin. Bazen düşünce olarak kavradıklarınızı pratiğe uygulamanız mümkün değildir. Birçoklarımız rahatı mutsuzluklarına tercih edebilirler ve bir şeyleri değiştirmenin rahatsızlığını duymaktan kaçınırlar. Demek ki, yaşamımızda mutluluk yöntemini bulmak yeterli olmayacak aynı zamanda hem bulma hem de onu yaşama oturtma yine de bizim gayretimizi gerektirecektir.
2.Eğer sahip olduklarımdan mutluluk duyar ve yetinirsem gelişemem.
Mutluluk enerjinizi tüketmez ki, aksine daha da arttırır. Yani sahip olduklarınızla mutlu olmanız, tatmin olmanız size enerji vereceği için sizi ileriye taşıyacaktır. Mutlu birisi sizin önerdiğiniz bir çok konuya olumlu bir şekilde cevap verecektir. Sizinle gezmeye gelecek, alışverişe çıkacaktır. Mutsuz birisi ise sürekli bahane arayacaktır.
3.Mutluluk kişinin iç hali ile alakalıdır. Kolay kolay ona ulaşılamaz.
Bir düğünde istesek de istemesek de çoğu zaman mutlu bir çehreye bürünürüz, hatta bu büründüğümüz hal içinde kendimizi de mutsuzluğumuzu da unuttuğumuz anlar olur ama çoğu zaman içimiz huzursuzken evde, çevremizde bulunan ailemize hiç de öyle davranmayız. Aslında mutlu olmak, mutluluğu giyinmek çevremizdeki insanları düşünerek yaptığımız bir çok davranış gibi olmalıdır. İnsanları rahatsız etmemek için gece gürültü etmemeye dikkat ederiz. Çünkü onları gerçekten düşünürüz. Bu nedenle mutluluk durumu her zaman içimizdeki duruma bağlı deyip kesilip atılacak bir durum değildir.
MUTLU OLDUĞUMUZ ŞEYLERİ SAYABİLMEK
Her gün bir çok yerde insanların sürekli olumsuzlukları sıraladığını görürüz. Özellikle sürekli olumsuz olan arkadaşlarımıza “ ne olursun hiç değilse hatırım için bugün bana yaşamına ilişkin beş olumlu şey say” diyebilmeliyiz. Dolayısı ile kendimizde her gün, özellikle gün içinde elden geldiğince sahip olduğumuz, yaşadığımız en olumlu şeyleri dile getirmeyi, sayabilmeyi öğrenmeliyiz. Hadi, sayın bakın! bugün sizi hoşnut eden, sahip olmaktan mutluluk duyduğunuz bir kaç şeyi sayın ve bir düşünün. Bakın üzerinizdeki hoşnutsuzluk, mutsuzlukta bir hareketlenme göreceksiniz. Bulutlar arasından birazcıkta olsa güneşin ışığının size gülümsediğini göreceksiniz.
BİR SAAT BOYUNCA SAHİP OLDUĞUNUZ GÜZEL ŞEYLERİ YAZIN
Bu size hem zor hem de biraz yabancı bir uygulama gibi gelebilir. Ama Tanrı’nın sizlere bahşettiği bütün armağanları bir düşünün ve ne dersiniz, kendinize bir bayram olsun diye sıralamaya başlayın, yazın bakalım.. Ama bir müddet sonra duracaksınız. Hele bu saatin sonunda belki de hiç enerjiniz kalmayacak çünkü öyle olumsuzluklarla dolu bir tabloya sahibiz ki aslında. Fakat bunu yapmanız Tanrı’nın bereketlerinin aslında yaşamınızda ne de çok büyük bir yer tuttuğunu görme fırsatını size vermiş olacaktır.
HERGÜN HER BİR BEREKETE ŞÜKRAN
Bütün bu düşüncelerimizle görmeye başladığımız bu bereketler artık Tanrı önüne birer şükran olarak getirilebilirler. Ve şükranlar arttıkça mutluluğunda farkındalıkla gelen kalitesi yaşamımızda yavaş yavaş artmış olacaktır. “Her zaman sevinin” sözü de aslında Mesih’teki kurtuluşumuzu gönenmemizde bize rehberlik etmiş olacaktır.
Turgay Üçal

2 Kasım 2009 Pazartesi

Kelam Damlası: GÜNAH NEDİR?


Klasik dini metin yorumlarına bakıldığında, insanın günahlı olduğu çünkü Adem'in meyveyi yemesi ile Tanrı'ya itaatsizlik ettiği söylenir. Peki, burda sizce de eksik bir şeyler yok mu? Yani, herhangi bir kutsal kitabı açıp bu konuyu okuduğunuzda, sizin de aklınıza peşpeşe birkaç soru birden gelmiyor mu? Örneğin, "madem düşecektim ve günahlı olacaktım, ben mi dedim yarat diye, o zaman beni niye yarattın ey Tanrı?" gibisinden bir düşünce eminim çoğumuzun kafasını meşgul ediyordur.
Malesef "dinsel seviyeler" bu soruya tatmin edici bir yanıt veremezler ve günah keçisi misali tüm suç "yılan" simgesi altındaki "şeytana" atılır. O vakit ise başka bir soru gündeme gelir: Hani benim tanrım çok güçlüydü, bu şeytan denilen kudretli varlık nerden çıktı, o zaman iki tane kudretli varlığın arasında gidip gelen pinpon topu misali bir varlık mıdır benim anlamım?"

Bu soruyada dinsel seviyelerden pek net bir yanıt gelmez ve en son durumu şöyle bir emir kipi ile bitirirler: "Fazla sorgulama."

Farkında mısınız, tek bir olaydan kaç tane soru doğdu beynimizde ve elimizde ise dinsel açıdan tek bir tatmin edici cevap yok.
Gelin, her şeye "mana ilmi" ile bakmayı deneyelim. Binlerce yıldır kadim bilginlerin kutsal metinleri derinlemesine incelemeleri sonucu ortaya çıkan gerçeklere bakalım. Daha doğrusu, ortaya çıkandan ziyade, hali hazırda hep ortada durmasına rağmen, bizlerin gönül gözümüzle yeni yeni algılamaya başladığı gerçekler dersek, daha açıklayıcı oluruz.

Öncelikle, Adem ile Havva hikayesinin çok eski bir Sümer ve Babil miti olduğunu söylemekle işe başlayalım. (bu konuda bilgi almak isterseniz Kütüphane başlıklı köşemizdeki kitaplardan faydalanabilirsiniz.)
Şimdiden "aman Tanrım saçmalama" dediğinizi duyar gibiyim. Ama buradaki yazıları sabırla okuyabilirseniz, varmak istediğimiz noktayıda anlayabileceğiniz kanısındayım.
Zamanında Musa, bu hikayeyi alıp kullandı. Ve bu çok doğal...O günün koşullarında, karşısındaki insanlara "bir insanın kendi benliğinin çıkarı için kullandığı alma arzusunun" günah olduğunu başka nasıl anlatabilirdi ki? En iyi yöntem, insanların aşina olduğu bir olayı ya da hikayeyi alıp bunun üzerinden insanları düşünmeye sevk etmekti. Ne var ki, "düşünüp bilgiye erişen" insan sayısı günümüze dek pek de iç açıcı sayıda olmadı.
Kısaca, hikayeye bir göz atarsak: Adem ile Havva, Aden Bahçesi'nde güllük gülistanlık yaşarlarken, bir gün yılanın teki gelir ve önce Havva'ya fısıldar: "Bak, Tanrı bu ağacı yasakladı ama meyvesi ne güzel. ALSANA, ALSANA, ALSANA."
Havva- kendi cesaret mi edemedi ya da başka bir bildiği mi vardı bilemeyiz- Adem'e söyler: ALSANA, ALSANA, ALSANA...
Ve Adem, meyvenin güzelliğine tekrardan bakarak elini dala uzatıp ALIR.
Bir anda çıplaklıklarını fark ederler, tıpkı masallardaki gibi büyü bozulmuştur, Tanrı onları cennetten kovar ve yeryüzüne düşerler.
Ve dini seviyelere bakacak olursak biz insanoğlunun "özü" bu sebepten günahkardır.
Şimdi konuma son cümleden gireyim: İnsanın özü günahkardır, çünkü Adem meyveyi ALDI. Yani dikkat ederseniz burada bir ALMA eylemi, ki onunda öncesinde ALMA ARZUSU var. Peki cümle neydi, insanın "özü" günahkardır. Günahkar olan benim özüm ise, demek ki şeytan gibi dış bir kuvvetin varlığı söz konusu değil. Günah dediğimiz bizim alma arzumuz ise, cümlenin esası şu şekilde olsa, daha manalı olacaktır: İnsanın özünde alma arzusu bulunmakta ve Tanrı'dan ayrılmasının nedenini oluşturmaktadır.
Düşmek kavramını başa bir yazıda ele alacağım için burada kısaca geçiyorum: Düşmek, aslında Tanrı'dan ayrı kalmaktır. Tanrı ile aynı özde olan insan, kendi egosunun alma arzuzu neticesinde Tanrı'dan dolayısıyla ışıktan mahrum kalır. Işığın olmadığı yer ise karanlıktır.
Tıpkı, egomuz ile sadece "kendi çıkarımız" için bizi tırmalayan "alma arzumuz" sonucunda düştüğümüz darlık, sıkıntı ve depresyonlar gibi, karanlığın içinde buluruz kendimizi.
Sözün özü, insan bir yılanın fısıldaması değil ancak kendi benliğinin keşfi ve orada ses veren alma arzusu neticesinde Tanrı'dan ayrı kalır. Bunun dinsel manada ki karşılığı da günahtır.

Derleyen: Burcu Aşçı

İlahi Işığı: Makdisinde El Açarak


Makdisinde el açarak yalvarırım Rabbime

Mabedinde diz çökerek yalvarırım Rabbime

Yeri göğü yaratan Rab bizleri takdis eyle

Gelip bizi kurtaran Rab bizleri takdis eyle

Makdisinde el açarak yüceltirim Rabbimi

Mabedinde diz çökerek yüceltirim Rabbimi

Yeri göğü yaratan Rab bizleri takdir eyle

Sevip bizi arayan Rab bizleri takdir eyle.


Seslendiren: Sibel Üçal

Pandora Morcas /Evenu Sholom Aleichem/Esenlik Sizinle Olsun