29 Ekim 2009 Perşembe

Doğanın Planı


Doğa'yı gözlemlerimiz göstermiştir ki, yaşamın oluşması ve devam etmesi için organizmadaki her hücre ve sistemin her bir parçası kendini tamamen içinde bulunduğu bedenin ya da sistemin faydasına adamak zorundadır. Hali hazırda insan toplumu bu durumda değil, bu da şu soruyu ortaya çıkartıyor: "Peki nasıl var olabiliriz?". Organizma içindeki egoist bir hücre kanserleşir ve onu barındıran beden ölür. Bizler tek bir sistem içinde egoist parçalarız ve henüz hayattayız. Cevap şu ki, yaşamlarımız aslında "yaşayan" olarak tanımlanmamaktadır.


İnsanın varlığı, iki dereceye ayrılması nedeniyle doğadaki diğer hiç bir derece gibi değildir. İlk seviye hali hazırda içinde bulunduğumuz seviyedir. Başkalarından ayrı hissederiz, ve dolayısıyla, onları düşünmeyiz ve kendi menfaatimize kullanmaya çalşırız. İkinci seviye, ıslah olmuş mevcudiyet seviyesidir ki burada insanlar tek bir sistemin parçaları gibi karşılıklı sevgi, paylaşım, bütünlük ve sonsuzluk içinde işlev görürler.


İkinci seviyedeki mevcudiyet "yaşam" olarak tanımlanır. Hali hazırdaki mevcudiyetimiz ise bizi kendi başımız ıslah olmuş sonsuz seviyeye getirmek için planlanmış bir geçiş dönemidir. Dolayısıyla, çoktan ikinci seviyeye tırmanmış olan Kabalistler, bizim mevcut varlığımızı "hayali yaşam" ya da "hayali realite" olarak tanımlarlar. Bizim seviyemize dönüp baktıklarında " Bizler de o düş görenler gibiydik" derler.


MİCHAEL LAİTMAN/KAOSTAN AHENGE.

Topluma bir bakış/Çürük Dişler


Ağzımda beni rahatsız eden çürük bir dişim vardı.Bütün gün sessiz kalırdı.Ama gecenin sakinliğinde diş hekimler uyuduğu ve bütün eczaneler kapandığı zaman ağrımaya başlardı. Bir gün rahatsızlığım arttı ve diş hekimine gittim, bana ıstırap veren bu lanet olası dişi çekmesini söyledim.


Diş hekimi başını salladı ve dedi ki: " Tedavi edebileceksek çekmemiz aptallık olur." Sonra dişimin yanlarını traşlayıp, boşluğunu temizlemeye başladı.Ve çürüğünü temizleyip dişi kurtarmak için elinden geleni yaptı.Temizleme işi bittiğinde içini saf altınla doldurup övünerek "O kötü dişiniz şimdi sağlam olanlardan daha da sağlam ve güzel." dedi. İnandım ve para verdim.


Ama bir hafta ancak geçmişti ki,belalı dişim hastalıklı haline geri döndü ve ruhumun güzel şarkılarını feryatlara ve acıya çevirerek işkencesine tekrar başladı. Bunun üzerine başka bir diş hekimine gittim ve dedim ki: "Bana hiçbir şey sormadan bu kahrolası dişi çekin." İsteğimi yerine getirip çekti.Dişe bakıp şöyle dedi:" Bu çürük dişi çektirmekle iyi yaptınız."


Toplumun ağzında çene kemiğini çürüten pek çok hastalıklı diş vardır.Ama toplum bunları çektirip dertten kurtulmak için hiç bir çaba göstermez.Altın dolgularla kendini rahatlatır.Çoğu insan, toplumun çürük dişlerini parlak altınla tedavi eden diş hekimleridir. Birçoğu böyle reformcuların ayartmalarını kabul eder ve kazançları ağrı, hastalık ve ölüm olur. Çürük dişleri olan bir ulus hasta bir mideye mahkumdur Ulusların pek çoğu böyle hazımsızlıktan muzdarip.


Mahkemelere gidin ve adaletin ahlaksız ve çarpık satıcılarını işlerini görün.Sıradan insanların düşünceleriyel kedinin fareyle oynadığı gibi oynamalarını izleyin. Kibrin,yalancılığın ve ikiyüzlülüğün saltanat sürdüğü zengin evlerine gidin. Ama korkunun, ihmalkarlığın ve zavallılığın yerleştiği yoksul kulübelerine gitmeyi de unutmayın.


Sonra incelikli aletlere,diş yakılarına, yatıştırıcılara sahip olan , günlerini çürüğü gizlemek için ulusun çürük dişlerini doldurmakla geçiren oynak parmaklı diş hekimlerine gidin Eğer dişleri çekmelerini önerirseniz,daha hastalığı örtbas etme sanatını öğrenemediğiniz için size güleceklerdir.


Israr ederseniz uzaklaşacaklar ve sizden kaçarak aralarında konuşacaklardır: " Dünyada çok fazla idealist var ama düşleri çok zayıf."


HALİL CİBRAN

Egomuz


(‘‘Kaostan Ahenge’’ kitabından)


Egomuz gün geçtikçe büyüyor ve doğa ile aramızdaki fark büyümeye devam ediyor. Doğayla zıt niteliklerimizin getirdiği acıdan kurtulmak için, doğanın özgecil niteliğini edinmeye çalışmamız gerekiyor.


İnsan, yapısı gereği kendisinde meydana gelen değişiklikleri algılayamaz. Çevresinin değiştiğini zanneder. İnsan duyularının ve aklının, hakikati algılaması bu şekildedir. Gerçekte ise doğa, sabit ve değişmezdir. Doğa ile uyum içindeysek, bütünlük duygusu içindeyizdir. Onunla tamamen zıt özelliklerde isek, bize karşı bir güçle çevriliymiş gibi hissederiz. Bu iki uç koşul arasında bir yerlerdeysek, ara aşamaları hissederiz.


Kişi, doğanın niteliğine uyum sağlamaya başladığında, onu içsel değişime zorlayan baskı da azalmaya başlar. Bunun sonucu olarak kişi, yaşamında daha az negatif olaylarla karşılaşır. Doğanın tarafından bakacak olursak, aslında hiçbir şey değişmemiştir. Her şey, önceden belirlendiği şekilde, olması gerektiği gibi oluyordur... Tek değişen, kişinin kendisidir. Kendi içsel değişimi kişide doğanın etkisinin değiştiği izlenimini oluşturur.


Doğanın özgecil gücü ile aramızdaki zıtlık, henüz en hat safhada değildir. Yani egomuz henüz en gelişmiş haline ulaşmış değil... Bu da maalesef, yaşadığımız olumsuzlukların giderek artabileceği anlamına geliyor. Bazılarımızın hala, dünyanın içinde bulunduğu genel krizi hissedememelerinin sebebi de, egonun gelişimini tamamlamamış olmasıdır.


Ancak egomuz hızla büyümeye devam ediyor ve tabi doğa ile aramızdaki fark da... Doğayla zıt niteliğimizin getirdiği acıdan kurtulmak için; evrimsel gelişime yeni bir yön vermek için doğanın özgecil niteliğini edinmeye çalışmamız gerekiyor. Hem de hiç zaman kaybetmeden!


Bunu başarırsak, var oluşun bütün seviyelerindeki pozitif etkiyi anında hissedebileceğiz. Diyelim ki, bir adamın kötü ahlaklı bir oğlu var. Baba, oğluyla konuşup, onu, tavırlarını değiştirmesi konusunda ikna etmeye çalışıyor. Sonunda, temiz bir başlangıç yapmaya karar veriyorlar. Eğer, ertesi gün, oğlanın davranışları düzelmeye başlarsa, babanın ona karşı tavrı da hemen iyi yönde değişecektir. Burada sonuçtan çok yaklaşım önemlidir.


Çevresiyle ilişkisini düzeltmek isteyen, buna her şeyden çok önem veren ve yaşamının tam anlamıyla buna bağlı olduğunu görebilen insanların sayısı arttıkça, onların bu duyarlılığı, genel görüş niteliği kazanarak, toplumun tüm bireylerini etkileyecektir. Aramızdaki içsel bağ sebebiyle, yeryüzündeki tüm insanlar (en ücra köşelerde yaşayanlar dahi), insanlığın bir bütün olduğunu ve birbirimize bağımlı olduğumuzu hissetmeye başlayacaklar... Kendileri ve diğer insanlar arasındaki karşılıklı etkileşim ve bağımlılık üzerinde düşünmeye başlayacaklardır.


MİCHAEL LAITMAN