22 Ekim 2010 Cuma

Bilge Katresi: Mesnevi'den...


*Renklerin aslı renksizlik, savaşların aslı barıştır.

*Kadere az bahane bul. Suçunu niye başkalarına yüklemeye çalışırsın?

*Akıllılığa doydum, ben artık deliliğe aşığım.

*Arayan nihayet bulur, kurtuluş sabırdan doğar.

*Zikir fikri titretir, harekete geçirir. Zikri fikrine güneş yap .

10 Ekim 2010 Pazar

Kelam Damlası: Kuraklık Deneyimleri


Kuraklık, bizlerin yaşamda karşılaştığımız test anlarının mana yolundaki sembolüdür.

Bir anda kendinizi mali sorunların eşiğinde buluverirsiniz. Ya da çok sevdiğiniz bir arkadaşınızın iftirası ile karşı karşıya kalırsınız. Veyahut çoğumuzun, yaşamımızın belli vakitlerinde kullandığı bir kalıp vardır:" Hep benim mi başıma geliyor?"

Birincisi, inanın hep sizin başınız değildir allak bullak olan.Yeryüzündeki her insanoğlunun kuraklığa mahkum olduğu anlar vardır.İkincisi, kuraklık zamanınızda size inen yargı- ki bu karşılaştığımız sorunu simgeler- sadece ve sadece sizin ruhsal gelişiminiz adına mevcuttur.

Yargısızlık ise durma anıdır. Diğer bir deyişle gelişme yoktur. Şöyle bir insan düşleyin- hatta toplumun kimi katmanlarında mevcuttur bu şahıslar: Maddi sıkıntıları yok, kaygıları yok, beyinlerini kurcalayan "niye burdayım, evren ile alakam nedir?" gibilerinden ruhsal gelişime ışık tutan soruları yok, bir elinde cımbız diğer elinde ayna, umurunda mı dünya misali yaşayan kişiler...Eh burada bir gelişim mevcut mudur sizce? Asla. Çünkü, kendi yaşamınızı da gözden geçirdiğinizde, şunu fark edeceksiniz ki, değişimler, kaoslardan sonra meydana gelir. Ve eğer hayatınızda kaos mevcut ise, bunun öncesinde mutlaka bir yargı vuku bulmuştur ki kuraklık dönemine girmişsinizdir. Tıpkı sürgün deneyimlerinde olduğu gibi, insanın en çok kafasını çalıştırıp çıkış yolları aradığı bir edinim sürecidir bu evre...Ve bunun içindir ki gerek dinler gerekse mana ilmi şunu söyler: "Doğru adam, yargılanır."

Yargılanır çünkü doğru adam Yaratan'ı oynayandır. Onun halefi olarak ruhsal manada tekamülünü tamamlaması adına, ruhen belli aşamalardan geçmesi gerekir. Buna yardımcı olan şey ise karşılaştığı negativiteler ve buna paralel olarak onun, negativite karşısında göstereceği tavırdır.

Somut bir örnek vermek gerekirse, hayatınız boyunca dedikoduyu sevdiniz diyelim. Belki kendi içinizde bunun zararsız olduğunu düşündünüz. Ve bir gün, evrene yolladığınız bumerang size "yargı" olarak geri döndü. ( Unutmayın, Tanrı sizi yargılamıyor, kainat formülleri gereğince siz yargıyı üzerinize çekiyorsunuz!) Çok güvendiğiniz bir arkadaşınız, kimsenin bilmemesi gereken bir sırrınızı "dedikodu" yaparaktan ortalığa yaydı ve bu sizde o kişiye karşı bir öfke, çevreye karşı ise utanç duygus uyandırdı. Bu kuraklık döneminizde, yapacağınız iki seçenek mevcuttur: Ya arkadaşınızla kötü bir şekilde ilişkinizi keser atar ve eski tas eski hamam hesabı, diğer şahıslarla bu kez onun dedikodusunu yapmaya devam edersiniz (ki bir başka yargıyı üzerinize çekmenize vesile olur) veya yaşadığınız edinimden bir ders çıkartıp kendinizi ıslah edersiniz. Ve ıslah ettiğiniz noktada ruhsal manada ufak bir aşamayı da katetmiş olursunuz. Bu ufak adımların toplamında ise ışık daha da büyüyerek hayatınıza pozitivite saçar.

Negatif eğilimleriniz Tanrı tarafından yargılanmaz çünkü negativitenin kendisi aslında yargıdır. Ve bir yargıyı üzerinize çektiyseniz, bunun ıslahı da sizin elinizdedir.Hani dinlerde söylenen hoş bir söz vardır: Tanrı, kaldıramayacağından fazlasını insana vermez. İşte, bu sözün arka planındaki mana burada yatmaktadır. Kısacası, başınıza gelen yargı, sizin sahip olduğunuz negativitenin değişmesi adına yine sizin tarafınızdan yaşamınıza girmektedir.Ayağınızı vuran bir ayakkabınız olduğunu düşünün: Ya ayakkabıyı çıkarır ya da yeni ayakkabı alırsınız. Fakat o ayakkabı ile yol gidilmeyeceğinin bilincindesinizdir. Çünkü siz gelişmişsinizdir lakin ayakkabı aynı kalmıştır.

Sabırsız insanlar yaşamlarının büyük bölümünde sabretmek zorunda kaldıkları bir şeylerle karşılaşırlar. Çabuk öfkelenen kişilerin çoğu bu öfkeyi güdüleyecek olayları üzerlerine çeker. Ve çoğumuz burada reaktiv yolu tercih ettiğimiz için, yargı da peşinden gelip bizi kuraklık dönemine iter. Ta ki biz bu negatif eğilimimizi ıslah edene kadar. Islah olunduğu vakit, yargı bir daha uğramaz. Çünkü, ruh, o belli konudaki eksikliğini tamamlayıp, ışığı saçarak, tekamül yoluna devam etmektedir.

BURCU AŞÇI

1 Ekim 2010 Cuma

Bilge Katresi: Özgür İrade




Bu dersin amacı: 1. “Ben” Kimim?

2. İnsanın özgür seçimi nedir?

Bu derste kim olduğumuzu anlamaya çalışacağız. İçimdeki “ben”i hisseden parça nedir? Bunu anladıktan sonra özgür iradenin ne olduğunu ve hayatımızı nasıl etkileyebileceğimizi anlayabiliriz.

Tarih boyunca insanoğlunun özgürlüğü için nasıl mücadele ettiğini gördük; kölelikten, ülkelerden, kişisel hak uğruna verilen mücadeleler vs. Bu sadece insanlar için değil, hayvanlar içinde geçerli. Hayvanları da kafeslere koyunca ne kadar mutsuz olduklarını ve nasıl yavaş yavaş öldüklerine tanık oluyoruz. Herkes özgür, mutlu ve bağımsız olmak istiyor.

Bağımsızlık nedir? Bu kelimeyi o kadar çok kullanıyoruz ki gerçek anlamının ne olduğunu unuttuk. Özgür olmayı isteyebilmek için, özgürlüğü her insanın elde edebileceğini varsaymalıyız. Özgürlük fikrinin içimizde yer edindiğini bilmeliyiz, yoksa özgürlüğümüzü edinmeyi arzulamamız nasıl mümkün olabilir ki? – Doğada hiç bir israf yoktur.

Zevk ve Acı: Ancak insanın davranışlarını gözlemledikçe, hep zorunluluktan hareket ettiğini görüyoruz. Peki, bu ne demek?

Eğer hepimiz mutluluk ve zevk almak için hareket ediyorsak, o zaman otomatikman acı veren her şeyden kaçıyoruz anlamına gelir ve mutluluk veren her şeyinde peşinden koşuyoruz demektir – tıpkı diğer hayvanların hepsinin yaptığı gibi. Hayvanlar bu şekilde anlık davranırlar, insan ise uzun vadeyi hesaplayabilir. Mesela bugün işe istemeyerek gidiyorum, bana acı veriyor – ama kafamda hesaplıyorum; gidersem para alacağım ve arkadaşlarımla eğlenebilecek param olacak ya da yemek yiyip başımı sokacak bir yere sahip olacağım. Yani çekeceğim acı alacağım zevkten daha fazla ise o acıya katlanabilirim. Bu hesapları hayvanlar da bizde sürekli menfaatimiz için yapıyoruz. Ne yaparsam daha çok menfaat sağlarım? Beni ne daha çok mutlu eder?

Genelliklede evdeki hesap çarşıya uymaz ve beklentimiz kadar ki mutluluğu elde edemez ve kendimizi kötü hissederiz – zarara mal satmış bir esnaf gibi. Dolayısıyla bu noktada hiç özgür irademiz yok. Eğer 10kg’lık mutluluk ile 20 kg. mutluluk arasında bir seçim yapmam gerekirse direkt olarak 2okg’ı seçerim, bu şekilde zevk ve acı arasında sürekli yönlendirilirim.

Eğer içimize bir bakacak olursak, beynimizin son derece gelişmiş bir makine gibi sürekli mutluluk edinmemiz için nasıl yüksek hızda hesap yaptığını görürüz.

Mesela başkaları uğruna hayatlarını bile verebilen insanlar var. Başkaları uğruna bu tür fedakârlıklar yapan insanları eskiden takdirle karşılardık. Ama artık biliyoruz ki akıllarında bir hesap vardı. O koşullar altında yaşamaktansa ölmenin daha makul olduğu hesabı; ülkem için yeterli her şeyi yapamadım korkusu ya da o insan olmadan hayatımın bir anlamı olmadığı düşüncesi ya da başka herhangi bir düşünce.

Hesabımız her zaman işin sonunda ne kadar elde edebileceğimiz. Hepimizin hesabı da her zaman farklıdır. Bazılarımız arkasını döner ve kaçar ve hiç kendini suçlu hissetmez. Bir insanın davranışı diğer bir insanın sergilediği davranışa tümüyle zıt olabilir. İki insanda tümüyle zıt davranmasına rağmen, ikisi de egoistçe bir hesap yaptılar. İki kişide en fazla nasıl kazanacağının hesabını yaptı, dıştan davranışları ve içten onları motive eden şeyler bize tümüyle farklı gözükmesine rağmen.

Hatta daha da ileri gidebilir ve bu iki kişinin de o koşullarda en çok zevk veren davranışı yaptığını söyleyebiliriz.

Ben kendi adıma mutluluğun ne olabileceğini aslında seçmiyorum, bunu içinde bulunduğum toplum benim için seçiyor. Toplum benim adıma her şeyin kararını veriyor; nasıl başarılı olmam gerektiğini, üniversiteye gitmem gerektiğini, hangi işte çalışmam gerektiğini, paranın güzel olduğunu, evleneceğim kadına kadar her şeyi etrafımdaki toplum dediğim yakın çevrem belirliyor. Nasıl giyineceğimden, oturup – kalkışıma ve hatta nasıl konuşacağıma kadar onlar belirliyor. Dolayısıyla çevrem bana uyum sağlamamın daha rahat etmem için ve az acılı olduğunu gösteriyor.

O zaman benim özgürlüğüm nerede? Neden bir “ben” olduğumu hissediyorum? Gerçekten özgürlüğüm yoksa o zaman acı ve mutluluk hisleri arasında oynatılan bir kukla değil miyim? Ne özgür ne de bağımsızım? Aslında istediğim bir şeyi yapmıyorum, dolayısıyla ödül veya ceza diye bir şey söz konusu değil; katilleri hapishanelere atmanın ve kahramanlara madalya vermenin bir anlamı yok.

Burada bir problem var ve basit bir problem değil; dindar insanlar Allah’ın her şeyi yönettiğini ve O’na güvenmemiz gerektiğini savunurlar, peki laik insanlar bu duruma karşı nasıl bir değerlendirme yapıyorlar? Hepimiz kör doğanın esiri miyiz? Kendini akıllı sanan, mantıklı ve erdemli, biz insan denilen yaratıklar arkasında hiç bir düşünce olmayan bir mekanizma tarafından itilip kakılıyor muyuz yani? Sonumuzun ne olacağı kim bilir?

Etken (Neden) Yasası

“Ben”i ve nereden geldiğini anlayabilmem için, doğadaki her şeyi dikkatle incelemem lazım; duran, büyüyen, yaşayan ve insan denilen tüm varlıkların davranışlarının nedenini ve etkisini anlamalıyım. Her yeni hal (durum) bir önceki halden kaynaklanır ve bir sonraki halin oluşmasına neden olur. Kendi halimizi anlamak için, şuan ki halimizin bir önceki durumunu ve nereye doğru gittiğimizi bilmemiz lazım, yoksa gerçeği hiç bir şekilde anlamamız mümkün olamaz. Nedensiz ve tecrübesiz, geçmişin ve geleceğin hislerini bilmeden insan ne yapacağını nasıl bilebilir ki?

Dört Faktör: Sitenin makaleler kısmında Özgürlük adlı makalede 4 faktör anlatılmakta. Bu noktada makaleye dönüp bu kısmı okumalısınız.

Bizim gerçek diye algıladığımız her şey yoktan yaratılan bir varlığın içinde var oluşunun anında yaratıldı.

Bu noktadan itibaren bizim gerçeğimizdeki her detay, düşünce, nesne dört faktör denilen safhada gelişerek son mükemmel, durgun halini alır. Buna biz de dâhiliz.

Özetle, dört faktör:

1. Temel

2. Temele bağımlı olan etken ve etki – temelin sabit karakterine endeksli özellikler

3. İç etken ve etki – Dış faktörlerle iletişim sonucu temelin etken ve etki vasıtasıyla değişmesi.

4. Temelin, dış nesnelerin veya güçlerin etken ve etki vasıtasıyla üzerinde etki yapması.

Kısaca her birini açıklayalım:

Temel:

Dediğimiz gibi doğada hiç bir şey yaratılandan sonra yaratılmadı, her şey bir önceki durumdan kaynaklanıyor. Yaratılışın ilk anında yaratılan özü dış değişimden geçer ve buna temel denir. Özün içerisinde mükemmel ve dengeli bir hal mevcuttur ve amacı budur – sürekli değişmeğe yöneltmek.

Doğal Olan Etken ve Etki:

Eğer ekilmiş bir parça buğdayın çürüyüp tohum oluşunu ele alırsak, buğdayın özü temelidir. Bu temelin içinde sabit değişemeyen karakteristikleri vardır. Buğdayın özü büyümüş bir başaktan tohuma dönüşebilir, çürük bir buğday tanesinden una ama asla bir bezelye tanesi ya da üzüm olamaz. İçerisinde bulunduğu düzende bir evrimden ibaret: çürüyor, büyüyor, olgunlaşıyor – büyümesi duruyor ve çürüyor vs. Örneğin su; su her zaman sudur içinde bulunduğu durum değişse bile, buhar da olsa, bulut da olsa ve yağmur olup nehirde olsa – özündeki hali hiç değişmez.

Dış güçlerin vasıtasıyla etken ve etki:

Eğer buğday örneğiyle devam edersek, buğdayın dış etkenlerden dolayı filizlendiği zaman kalitesinin farklı olduğunu görebiliriz. Güneş – su – toprak gibi etkenlerin tohum aynı olmasına rağmen ya kötü ya da bir tarla boyu altın sarısı ve olgun ekin verebilmesi mümkündür. Bu demektir ki üçüncü faktörde temelin karakterini etkilemekte. İkinci faktördeki etkilerin bir değişim yaratmamasına rağmen üçüncü faktörde kalitede ve miktarda çevre koşullarından dolayı temelde değişim olabilir.

Dış etkenlerin etkisi:

Dış etkenlerin buğdayla direkt bir bağı yok. Yağmur, nem, rüzgâr, etrafta yaşayan solucan ya da kurtları topraktaki mineraller vs.

Bu dört faktörün nasıl birbiriyle alakalı olup her hali nasıl etkilediklerini ve her halin yaratılışını nasıl etkilediklerini – miktar ve kalitenin belirlenmesindeki rolleri görmek gayet kolay. Bu bileşimler tüm varlıklarda olduğu gibi bizim içimizde de var.

İnsandaki 4 parça:

1. Temel – bir varlıktan diğer bir varlığa geçen ana madde, özü kişiye doğum veren anne ve babadan geçen zihinsel meyve olan akıl. Bu damla tohum içerisinde gizli güçler barındırır, tıpkı buğdayı geçirdiği değişimler gibi nesilden nesile doğal olarak geçer. Bunların sonucunda insanda farklı eğilimler oluşur ve bu eğilimler yüzeye çıkar: eleştirme eğilimi, materyalist eğilim, cimrilik, hoşgörü, cesaret, kıskançlık, utangaçlık, inanç vs…

Temel insanın uzantılı beyninde, bilinçaltında ve tüm eğilimler orada yüzeye çıkar. Eğilim ayriyeten mevcudiyetinin tersi olarak da yüzeye çıkabilir, dedikleri gibi babanın kalbinde gizli olan oğlunda ortaya çıkar.

Örneğin baba çok bonkör olmasına rağmen oğlu çok cimri olabilir. Anlamamız gerekir ki kabalada doğuma sebebiyet veren biyolojik bir babadan bahsetmiyoruz. Baba bir önceki haldir: BABA = BENİM BİR ÖNCEKİ HALİM!

2. Doğal olan sabit özelliklerim – insan çevresinin içine (toplum) ham olarak konulur ve tıpkı örnek verdiğimiz güneşten, sudan, topraktan etkilenen buğday tanesi gibi çevresinden etkilenir ve toplumun genel huyunu tecrübe edinip hisseder.

Örneğin insan cimri doğduysa toplumda bu huyunu kendisine makul kabul ettirecek davranışlar arar ve cimriliğin aslında iyi olduğunu ve bu huyun kendisinin her zaman bir parçası olduğuna kendisini inandırabilir.

Başka bir örnek; eğer toplumda her zaman bir numara olma ihtiyacıyla doğmuşsa kendisi için bir numara olmanın zengin birisimi ya da bir bilim adamı olmak mı olduğunu içinde bulunduğu toplum belirler. Toplumun etkisiyle ya bilim adamı olur ya da zengin olmanın yolunu sürer.

3. Alışkanlık Doğal Davranış Olur – bu dış etkenlerin huyları değiştirdiği anlamına gelir. Peki, ama nasıl değişiyorlar? Toplumun alışkanlıkları insanın içine işleyerek insanı değiştirir.

Toplumun alışkanlıkları ve hayat tarzı insanın içine işler. Örneğin sürekli yere tüküren bir insanı her tükürüşünde toplum tokatlarsa o kişi bu huyundan vazgeçer – çünkü acıya daha tükürmek aklına gelir gelmez hisseder. Böylelikle insanın eğilimleri değişir ve bazen bu değişim tersine de olur. Bu tür değişim buğday tanesinde söz konusu değildir çünkü bitkisel hal eğilimlerini değiştiremez.

4. Bu safha temelin dış güçlerin bağımsız olarak üzerinde etki yaratması sonucu yaşadığı tecrübelerdir – doğal afetler, ekonomi vs kendi yasalarıyla işleyen mekanizmalar olup üzerinde hiç bir kontrolümüzün olmadığı durumlar. Bu bağımsız olaylar insanı iyide etkiler kötüde.

Özgür Seçim – yukarıdaki açıklamadan temelimizi değiştiremememize rağmen – acı ve zevk parametreleri arasında bizi kukla gibi oynatan halimiz – diğer 3 durumu çevremizi değiştirerek ve alışkanlıklar edinerek eğilimlerimizi etkileyebilir ve doğamızı değiştirebiliriz.

Kısaca, mutluluk ve mutsuzluk arasında gidip gelmeyi değiştiremem ama yaşadığım ortamı seçersem çevrem beni gitmek istediğim hedefe doğru iter.

Sonuç: Dolayısıyla bariz olan tek şey var. Özgür seçim hakkım sadece çevrem. Çevrem sayesinde gelişebilirim. Açıklandığı gibi buğday ekildikten sonra tümüyle çevresinin etkisi altında büyür. Bu yüzden kabalistler bulundukları ortamın ruhani kalitesinden taviz vermezler ve bir arada olurlar. Ortamlarını para ya da diğer materyal şeyler için değiştirmezler. Dolayısıyla hepimiz etrafımıza doğru dostları alır ve doğru kitapları okursak kendi doğamızı ve geleceğimizi etkilemiş oluruz.

KAYNAK: BNEİ BARUCH KABALA MERKEZİ.