24 Nisan 2010 Cumartesi

Yaşamın Kıyısından:Sevgiyi İhsan Etmek:ANNELİK


Anne olmak demek doğurmak anlamına gelmez. Çünkü anneliğin kutsal sayılma nedeni, aslında tıpkı Tanrı gibi "karşılıksız vermek" anlamında olmasındandır. Ama, en önemlisi nedir bilir misiniz? Senin olmayan bir çocuğa da aynı duyguyla yaklaşabiliyorsan ve kendi öz çocuğundan ayırmıyorsan, ancak o vakit annelikten söz edilebilinir.

Malesef kadınların doğurma amacı "ego"sal sebeplerden oluyor.
- Evlendik napalım, adamı da iyice elde tutmak için hemen bir tane doğurayım. Zaten nihah ile tapusunu aldım şimdi de sağlama alayım.( çocuk bu konuda bir işe yaramıyor, sadece süreyi uzatırsınız)
- Aileler istedi napalım, vaktiymiş. (neyin vakti, kainatta böyle bir zil sesi mi var acaba?)
- Herkes yaptı ben de yapayım. (herkes başka şeylerde yapıyor, onları da sorgulamadna yapar mısınız?)
-Evliliğim/ilişkim kötü, yapayım bir tane. (bencilliğin hat safhası, zaten bir işe de yaramıyor)
- A valla bilemedim kalıvermişim öyle. (aaa valla mı, günümüzde kazara hamilelik diye bir şey kalmadı artık, binlerce yöntem varken)
- Kadın olmak bu demek. (bravo, kadınlığı tek bir olgu ile sınırladınız ya!)
-Biyolojik saatim geldi. (o biyolojinin olmadık anda cinsel isteği de tuttuğunda ya da adam öldüresi geldiğinde de hemen yapıyor musunuz?)
- Hayatın anlamı bu. (pes valla, koca hayatı bir kelimede özetlediniz, o zaman Güney Doğu'da on tane doğuran kadın Nirvana'ya erdi)

Şuna kısaca, ben egoistim, sonucunu düşünmeden kendi arzum doğrultusunda doğuruyorum desenize...
Ya da...Yaşama başka bir şey verecek kapasitem yok, bari bir anne statüsü kazanayım tarzı düşüncenizi korkmadan açığa vursanıza.

Bu arada, erkeklerin sebebi çok ilginçtir: "Soyum devam etsin." Bir diğeri de şudur: " Eline bir çocuk vereyim hemen, ben hayatımı yaşarım nasıl olsa, eli kolu bağlansın, kırsın dizini otursun." ( Bu daha ilkel ve eğitim seviyesi düşük erkeklerde var gibi durabilir ama yanılıyorsunuz, okumuş pek çok erkeğin bilinç altında bu vardır.)

Aradaki en önemli fark ne biliyor musunuz?
Erkek, çocuğuna baktığında " aman da aşkımın parçası" diye bakmaz. " Benim çocuğum, neslimden" der. Ve bu yüzden erkek, çekip gidebilir. Ya da şöyle diyeyim, bir kadın kadar bağlı değildir. O yüzden çocuk, ilişkinizin tapusu anlamına gelmez.

Tanrı aşkına, hiç şunu düşündünüz mü: "Bu topluma ve dünyaya bir birey yetiştireceğim."
Bunun ciddiyetinin ve sorumluluğunun farkında mısınız?

Ve en önemli soru:
"Siz, kendinizi tamamladınız, geliştirdiniz ve tam bir insan olarak yetiştirdiniz de bu kararı alma aşamasına geldiniz?"

Daha hayatta hiç bir şey görmeden, hiç bir şey üretmeden, ve hiç bir yanlışa girip doğuyu bulma yollarına sapmadan, kısacası siz tam olmadan, nasıl dünyaya bir tane daha "yarım bir ruh" getirebiliyorsunuz?

Peki, hadi yaptınız diyelim. Ne kadar anne olabiliyorsunuz? Tüm gün evde çocukla olmak, yemek yapıp, çamaşırını yıkamak değildir. (bunları kimse olmasa kendiniz için de yaparsınız zaten).
Pahalı yerlerden pahalı markalar giydirip de "benim çocuğum sadece böyle giyinir, buraya gider, şunu yer" demek, bırakın anneliği, bir insana yapılacak en kötü davranıştır.
Para ile ya da tatil ile ya da "ot gibi" kalitesiz zaman geçirerek yanında olmak değildir ebeveyn olmak.

Bu arada, "saçımı süpürge ettim" tarzında söylevlerinizi çocuklarınıza takınmayın. Bu sizin "çıkarcılığınızı" gösterir. On sene sonra o da bana bakar, mantığı ile hareket etmek Tanrı'nın sureti olmaktan uzaktır.
Hiç bir beklentiniz olmadan sevebilecek misiniz? Kendi hayallerinizin yarım kalmışlığını çocuğunuza empoze ederek, kendi egonuzu beslemiş olacaksınız.

Örneğin, okumak istemeyebilir. Ya da sizin gibi paraya önem vermeyebilir ve salaş bir yaşam ister. Belki siz avukat olacak derken bir barda müzisyen olmayı düşler. Belki esrar içecek. Belki eşcinsel olacak. Yargılayacak mısınız? Sakın, o an "saçınızdan" ve "süpürgeden" bahsetmeyin. "Egoistliğiniz" ifşa oldu olacağı kadar.

Ancak...

Bir de Nilüfer örneğini ele alalım. Ya da Meg Ryan-ki kendi öz çocuğu olmasına rağmen evlat edinen bir isim. Keza Angelina Jolie de bu klasmanda yer alıyor.Evet doğurmadılar. Bu dünyada bu kadar sahipsiz çocuk varken, egoistce davranmadılar. Ya da doğurdular fakat içlerinde bambaşka bir sevgi kaynağı vardı ki hiç tanımadıkları bir çocuğa bu sevgilerini "koşulsuzca" aktardılar.

İşte, Tanrı'nın kastettiği o kutsallığı esas bu kadınlar yaşadı...Evlat edinerek...Kan bağının da ötesinde bir "ruh bağı" kurdular.

Doğurduğunuz çocuğa lütfedersiniz.

Ama, sahiplendiğiniz bir ruha ihsan edersiniz.
Ve bilir misiniz? Tanrı, aslında ihsan edendir.

Karşılık beklemeden, soy sopa bakmadan, kan bağına aldırış etmeden, "gerçekten" içindeki sevgiyi koşulsuzca vermektir ihsan etmek...Yani, annelik...Kısacası Yaratan olabilmek...

Lütfen, bu konuyu ruhunuzda bir köşe açıp düşünün...

BURCU AŞÇI
NİSAN 2010
ISTANBUL

Kelam Damlası: Yeniden Doğmak


Kutsal kitaplarda bilhassa İsa'nın öğretisinde sıkça duyduğumuz bir terimdir. Bir insan ruhta yeniden doğmadıkça diya başlar İsa...Ve günümüz teolojisinde bu cümle tamamen vaftiz amaçlı kullanılmakta olup bahsedilen ruh'un ise üçlemede yer alan Kutsal Ruh olduğu inancı yaygındır.


Elbette mana ilmi, bundan daha fazlasını söyleyecektir...


Haç nedir isimli yazımda, belirttiğim üzere, haç'ın kişinin kendi egosunu çarmıha germesi olduğunu öğrenmiştik. (http://kabuldergahi.blogspot.com/2010/04/kelam-damlas-hac-nedir.html) Yani, egonuzu yenin !


Bunun hemen ardından ise "yeniden doğuş" gelir.


Kişi, önce kendi eksikliğinin farkına varır. Örneğin, öfkenizin size getirdiği zararları net bir şekilde görmeye başlarsınız. Ya da sahip olduğunuz onca maddiyata rağmen, ruhunuzun hala doymadığının bilincine varırsınız. Belki de dedikodu sevdanızın artık bumerang gibi size döndüğünü fark edersiniz. Peki, farkındalıktan sonra ne olur? Kişi, bu eksikliğini ıslah etmeye başlar. Tıpkı Nuh seviyesinde olduğu gibi, eksikliğini ıslah ederek Işık'ı yaşamına çekmeye başlar. (http://kabuldergahi.blogspot.com/2010/04/kelam-damlasnuh-seviyesi.html)


Aslında burada yapılan işlem, İsa'nın dediği gibi benliği haça germektir. Çünkü gelişen farlındalık duygunuz ile egonuzu yenmek adına onu her gün "çarmıha gerip" eğitmeye başlarsınız. Yani, öldürürsünüz...


Peki, devamında ne olur? Ego'nun ölümü ile birlikte içinizdeki özgecil benliğinize geri dönersiniz. Tüm evrenle bir olduğunu bilen, almak yerine vermenin hazzını yaşayan ve kendisini her gün sevgi ve ihsan'a adayan bir benlik...İşte "yeniden doğuş" dediğimiz kavram budur. Ancak bu noktada Yaratan'ı giyinmeye başlarsınız. Ve kutsal kitap ayetindeki gibi "ruhta yeniden doğanlar Tanrı ile bir olabilirler."


Gördüğünüz gibi, tek bir satırdan oluşan fakat mana ilminin mihenk taşlarından biri olan bu kavram, yüzlerce yıldır teolojinin çıkarcı tekelinde ve kişilerin sığ algılarında, sadece vaftiz faaliyeti adı altına sıkıştırılıp kalmıştır. Oysa ki, büyük bir Kabalist olan İsa, çarmıh ve yeniden doğuş benzetmeleriyle tüm insanlığa esas mesajı veriyordu: Egonu yen ve özgecil benliğine dönüp Yaratan ile bütünleş!


Siz de var olan yaşamınızda farkındalığı arttırıp, umarım, yeni bir ruh ile yaşamınızda güzel bir sayfa açarsınız...


24.4.2010

BURCU AŞÇI