Klasik dini metin yorumlarına bakıldığında, insanın günahlı olduğu çünkü Adem'in meyveyi yemesi ile Tanrı'ya itaatsizlik ettiği söylenir. Peki, burda sizce de eksik bir şeyler yok mu? Yani, herhangi bir kutsal kitabı açıp bu konuyu okuduğunuzda, sizin de aklınıza peşpeşe birkaç soru birden gelmiyor mu? Örneğin, "madem düşecektim ve günahlı olacaktım, ben mi dedim yarat diye, o zaman beni niye yarattın ey Tanrı?" gibisinden bir düşünce eminim çoğumuzun kafasını meşgul ediyordur.
Malesef "dinsel seviyeler" bu soruya tatmin edici bir yanıt veremezler ve günah keçisi misali tüm suç "yılan" simgesi altındaki "şeytana" atılır. O vakit ise başka bir soru gündeme gelir: Hani benim tanrım çok güçlüydü, bu şeytan denilen kudretli varlık nerden çıktı, o zaman iki tane kudretli varlığın arasında gidip gelen pinpon topu misali bir varlık mıdır benim anlamım?"
Bu soruyada dinsel seviyelerden pek net bir yanıt gelmez ve en son durumu şöyle bir emir kipi ile bitirirler: "Fazla sorgulama."
Farkında mısınız, tek bir olaydan kaç tane soru doğdu beynimizde ve elimizde ise dinsel açıdan tek bir tatmin edici cevap yok.
Gelin, her şeye "mana ilmi" ile bakmayı deneyelim. Binlerce yıldır kadim bilginlerin kutsal metinleri derinlemesine incelemeleri sonucu ortaya çıkan gerçeklere bakalım. Daha doğrusu, ortaya çıkandan ziyade, hali hazırda hep ortada durmasına rağmen, bizlerin gönül gözümüzle yeni yeni algılamaya başladığı gerçekler dersek, daha açıklayıcı oluruz.
Öncelikle, Adem ile Havva hikayesinin çok eski bir Sümer ve Babil miti olduğunu söylemekle işe başlayalım. (bu konuda bilgi almak isterseniz Kütüphane başlıklı köşemizdeki kitaplardan faydalanabilirsiniz.)
Şimdiden "aman Tanrım saçmalama" dediğinizi duyar gibiyim. Ama buradaki yazıları sabırla okuyabilirseniz, varmak istediğimiz noktayıda anlayabileceğiniz kanısındayım.
Zamanında Musa, bu hikayeyi alıp kullandı. Ve bu çok doğal...O günün koşullarında, karşısındaki insanlara "bir insanın kendi benliğinin çıkarı için kullandığı alma arzusunun" günah olduğunu başka nasıl anlatabilirdi ki? En iyi yöntem, insanların aşina olduğu bir olayı ya da hikayeyi alıp bunun üzerinden insanları düşünmeye sevk etmekti. Ne var ki, "düşünüp bilgiye erişen" insan sayısı günümüze dek pek de iç açıcı sayıda olmadı.
Kısaca, hikayeye bir göz atarsak: Adem ile Havva, Aden Bahçesi'nde güllük gülistanlık yaşarlarken, bir gün yılanın teki gelir ve önce Havva'ya fısıldar: "Bak, Tanrı bu ağacı yasakladı ama meyvesi ne güzel. ALSANA, ALSANA, ALSANA."
Havva- kendi cesaret mi edemedi ya da başka bir bildiği mi vardı bilemeyiz- Adem'e söyler: ALSANA, ALSANA, ALSANA...
Ve Adem, meyvenin güzelliğine tekrardan bakarak elini dala uzatıp ALIR.
Bir anda çıplaklıklarını fark ederler, tıpkı masallardaki gibi büyü bozulmuştur, Tanrı onları cennetten kovar ve yeryüzüne düşerler.
Ve dini seviyelere bakacak olursak biz insanoğlunun "özü" bu sebepten günahkardır.
Şimdi konuma son cümleden gireyim: İnsanın özü günahkardır, çünkü Adem meyveyi ALDI. Yani dikkat ederseniz burada bir ALMA eylemi, ki onunda öncesinde ALMA ARZUSU var. Peki cümle neydi, insanın "özü" günahkardır. Günahkar olan benim özüm ise, demek ki şeytan gibi dış bir kuvvetin varlığı söz konusu değil. Günah dediğimiz bizim alma arzumuz ise, cümlenin esası şu şekilde olsa, daha manalı olacaktır: İnsanın özünde alma arzusu bulunmakta ve Tanrı'dan ayrılmasının nedenini oluşturmaktadır.
Düşmek kavramını başa bir yazıda ele alacağım için burada kısaca geçiyorum: Düşmek, aslında Tanrı'dan ayrı kalmaktır. Tanrı ile aynı özde olan insan, kendi egosunun alma arzuzu neticesinde Tanrı'dan dolayısıyla ışıktan mahrum kalır. Işığın olmadığı yer ise karanlıktır.
Tıpkı, egomuz ile sadece "kendi çıkarımız" için bizi tırmalayan "alma arzumuz" sonucunda düştüğümüz darlık, sıkıntı ve depresyonlar gibi, karanlığın içinde buluruz kendimizi.
Sözün özü, insan bir yılanın fısıldaması değil ancak kendi benliğinin keşfi ve orada ses veren alma arzusu neticesinde Tanrı'dan ayrı kalır. Bunun dinsel manada ki karşılığı da günahtır.
Derleyen: Burcu Aşçı
Malesef "dinsel seviyeler" bu soruya tatmin edici bir yanıt veremezler ve günah keçisi misali tüm suç "yılan" simgesi altındaki "şeytana" atılır. O vakit ise başka bir soru gündeme gelir: Hani benim tanrım çok güçlüydü, bu şeytan denilen kudretli varlık nerden çıktı, o zaman iki tane kudretli varlığın arasında gidip gelen pinpon topu misali bir varlık mıdır benim anlamım?"
Bu soruyada dinsel seviyelerden pek net bir yanıt gelmez ve en son durumu şöyle bir emir kipi ile bitirirler: "Fazla sorgulama."
Farkında mısınız, tek bir olaydan kaç tane soru doğdu beynimizde ve elimizde ise dinsel açıdan tek bir tatmin edici cevap yok.
Gelin, her şeye "mana ilmi" ile bakmayı deneyelim. Binlerce yıldır kadim bilginlerin kutsal metinleri derinlemesine incelemeleri sonucu ortaya çıkan gerçeklere bakalım. Daha doğrusu, ortaya çıkandan ziyade, hali hazırda hep ortada durmasına rağmen, bizlerin gönül gözümüzle yeni yeni algılamaya başladığı gerçekler dersek, daha açıklayıcı oluruz.
Öncelikle, Adem ile Havva hikayesinin çok eski bir Sümer ve Babil miti olduğunu söylemekle işe başlayalım. (bu konuda bilgi almak isterseniz Kütüphane başlıklı köşemizdeki kitaplardan faydalanabilirsiniz.)
Şimdiden "aman Tanrım saçmalama" dediğinizi duyar gibiyim. Ama buradaki yazıları sabırla okuyabilirseniz, varmak istediğimiz noktayıda anlayabileceğiniz kanısındayım.
Zamanında Musa, bu hikayeyi alıp kullandı. Ve bu çok doğal...O günün koşullarında, karşısındaki insanlara "bir insanın kendi benliğinin çıkarı için kullandığı alma arzusunun" günah olduğunu başka nasıl anlatabilirdi ki? En iyi yöntem, insanların aşina olduğu bir olayı ya da hikayeyi alıp bunun üzerinden insanları düşünmeye sevk etmekti. Ne var ki, "düşünüp bilgiye erişen" insan sayısı günümüze dek pek de iç açıcı sayıda olmadı.
Kısaca, hikayeye bir göz atarsak: Adem ile Havva, Aden Bahçesi'nde güllük gülistanlık yaşarlarken, bir gün yılanın teki gelir ve önce Havva'ya fısıldar: "Bak, Tanrı bu ağacı yasakladı ama meyvesi ne güzel. ALSANA, ALSANA, ALSANA."
Havva- kendi cesaret mi edemedi ya da başka bir bildiği mi vardı bilemeyiz- Adem'e söyler: ALSANA, ALSANA, ALSANA...
Ve Adem, meyvenin güzelliğine tekrardan bakarak elini dala uzatıp ALIR.
Bir anda çıplaklıklarını fark ederler, tıpkı masallardaki gibi büyü bozulmuştur, Tanrı onları cennetten kovar ve yeryüzüne düşerler.
Ve dini seviyelere bakacak olursak biz insanoğlunun "özü" bu sebepten günahkardır.
Şimdi konuma son cümleden gireyim: İnsanın özü günahkardır, çünkü Adem meyveyi ALDI. Yani dikkat ederseniz burada bir ALMA eylemi, ki onunda öncesinde ALMA ARZUSU var. Peki cümle neydi, insanın "özü" günahkardır. Günahkar olan benim özüm ise, demek ki şeytan gibi dış bir kuvvetin varlığı söz konusu değil. Günah dediğimiz bizim alma arzumuz ise, cümlenin esası şu şekilde olsa, daha manalı olacaktır: İnsanın özünde alma arzusu bulunmakta ve Tanrı'dan ayrılmasının nedenini oluşturmaktadır.
Düşmek kavramını başa bir yazıda ele alacağım için burada kısaca geçiyorum: Düşmek, aslında Tanrı'dan ayrı kalmaktır. Tanrı ile aynı özde olan insan, kendi egosunun alma arzuzu neticesinde Tanrı'dan dolayısıyla ışıktan mahrum kalır. Işığın olmadığı yer ise karanlıktır.
Tıpkı, egomuz ile sadece "kendi çıkarımız" için bizi tırmalayan "alma arzumuz" sonucunda düştüğümüz darlık, sıkıntı ve depresyonlar gibi, karanlığın içinde buluruz kendimizi.
Sözün özü, insan bir yılanın fısıldaması değil ancak kendi benliğinin keşfi ve orada ses veren alma arzusu neticesinde Tanrı'dan ayrı kalır. Bunun dinsel manada ki karşılığı da günahtır.
Derleyen: Burcu Aşçı
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder