Bugün, pek çok insanın yaşamına göz attığınızda, malesef, sıfatlara gömülü olarak "kendileri" olamadan yaşadıklarına şahit olursunuz. Daha kötüsü ise, bu seçim kendilerine aittir. Çünkü her birey kendi gerçekliğini yaratır ve yaşam da ona kendisine biçtiği paye ne ise, aynen, verir.
Siz kimsiniz?
Ben mi. Benim adım Filan Falanca. Bilmem ne Bey'in eşiyim. (biraz da kasılırız bunu derken).
Ya şu bayan kim?
A o mu? Onun adı Şu. Filanca kişinin ablasıdır.
O adam mı? Falanca Patron'un yardımcısı.
Bay X'in karısı, Bayan F'nin kuzeni, Bay T'nin kardeşi, Filan Şirketin avukatı,Falan derginin editörü.
Sürekli birilerinin bir şeyi...Acıklı bir sıfat tamlasıdır hayat kimileri için...
Bir de yaralarına dokunduğunuzda ettikleri feryatta şu gizlidir: "Sen benim kim olduğumu biliyor musun?" Cevaplar ise yukarıdaki tamlamalardan ibarettir.
Hayır, senin kim olduğunu bilmiyorum demeyi denesenize. Gerçekten de bilmeyiz çünkü onlar da kendilerinin kim olduğunun bilincine erişememişlerdir. Aramamışlardır benliklerini, lüzum görmemişlerdir kendi yolculuklarının kaptanı olmaya.
Çoğu erken yaşta evlilik telaşına düşer, bir nevi yaşamın sığ sularında garanticilik arzusudur bu. Ne var ki, pek çoğu sükutu hayale uğrar. Uğrar lakin sıfatına öyle bir yapışmıştır ki sıyrılıp atamaz, sanki hayatın ortasında çırılçıplak kalacakmış gibi hisseder. Çünkü, benliğini keşfedememiş ve hiç bir vakit kendisi olmayı başaramamıştır. Öyle ya, sıfatları olmasa, nasıl çağırılacak başkaları tarafından? "Bayan Falanca" geldi. Karşı taraf anlamaz, "Kim?" diye sorar. "Bayan Falanca işte". İnsan, yıllardır süregeln sıfatını bırakınca böyle tek bir isim ve soyada kalınca afallar. Neden mi? Çünkü, benliğinin içi "boş"tur ve doğrusu kim olduğunu ve ayakları üzerinde nasıl duracağını bilemez.
Şehriye teyzenin kızı Fatma...Bildik bileli o Şehriye teyzenin kızı sıfatını taşır. Neden sadece Fatma değil? Çünkü, Fatma, Fatma olabildi mi acaba yaşamında? Ya da yaşamını "kendi başına" anlamlı bir şekilde doldurabildi mi? Ya da Murathan Mungan'ın o ünlü dizelerindeki gibi, "yazgısını hep başkalarının ıstakalarının insafına mı bıraktı?"
Bu dünyada kaç kişi gerçekten "kendi" olmayı başardı? Ya da bunun uyanışına geçip bu uğurda çabalamaya ve risk almaya başladı?Sayıyı inanın bilmiyorum fakat az miktarda oldukları kesin. Ne var ki dünyayı da bu az miktardaki "sıfatsız" benlikler değiştirip geliştiriyorlar.
Hangi kitaptaydı anımsayamıyorum ancak şu cümleler hafızama kazınmış: "Tanrı sana neden şu ilacı bulmadın veya şu konuda farklı davranmadın diye sormayacak. Tanrı'nın tek bir soru hakkı varsa, sana, kendin olup olmadığını soracaktır." Gayet anlamlı...Yaratan'ın birer parçası isek ve O'nun özelliklerini bünyemizde barındırıyorsak, çemberlerimizde dönüp durmak ve ataların yazgısını yaşamak neden?
Sıfatları reddedip, ayaklarınızın üzerinde durmaya ve kendi benliğinizle anılmaya çalışmak yaşamınızın nihayi amacıdır. Ve bunu yapabilmek için risk almak gerekir. Alışkanlıklarınızın dingin dünyasında size hiç bir gelişme sunulmayacaktır. Ve gelişme yoksa Yaratan'ın bir yargısı da yoktur, tıpkı sizin bir yazgınız olmadığı gibi. Çünkü başkalarının yaşamını yaşayarak ve sıfatlara hapsolarak sadece başkalarının yazgısında figüranlık yapabilirsiniz. Halbuki, yaşam sizin...Ve içinizde inanamayacağınız ölçüde büyük bir güç var uyanmayı bekleyen. O gücü uyandırdığınız takdirde, kendi yazgınızı elinize alarak başrolü oynayabilirsiniz.
Üretmek ise benliğin olmazsa olmazıdır. Kainatın dişi yanı olan ve aktivasyonu sağlayan "kadın" a bakın. Ne acıdır ki, ürettikleri ve bu yaşama verebilecekleri sayısız iken, işin kolayına kaçıp sıfat tamlaması ile kurulan bir yaşamın kaosuna kendilerini bırakmışlardır. Ve tarihe damga vuran kadınlara baktığımızda, eril ile dişil yanlarının mükemmel uyumu ile üretimlerini görmek mümkündür.
Ataerkil sistemin travmatik döngüsünde yolunu kaybeden erkeklere bakın. Ruhları bir başka yerde dolanırken, pranga misali bağlı kaldıkları aileleri, işleri ya da çevreleri ile maskeli yaşamlarına göz atın. Ve sıfatların sizlere getirisi koca bir pişmanlıktan ibaret olacaktır. Oysa, yaşama imza atan erkeklere baktığınızda, yeri gelince, kendi benliklerinin rüyası için yani kendileri olabilmek için nice gemileri yaktıklarını görebilirsiniz. Edison, eğer sıfatlar ile insanlara bağımlı kalsaydı, bugün elektrik hayatlarımızda olmayabilirdi.
Büyük insanlar, daima kendileri olmayı başaran insanlardır.
Yaşamda "gerçekten" mutlu ve başarılı olanlar sadece "kendileri" olanlardır.
Bırakın, bireylerin sıfatları onlarda kalsın, onlarla anılsın. Siz ise siz olarak anılmaya çalışın.
Ve önce "uyuttuğunuz" benliğinize bir adım atıp "kendinizi" keşfedin.
Sıfatsız bir yaşamın "özgürlüğü" sizinle olsun.
BURCU AŞÇI
14.04.2010
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder