VE ALLAH “IŞIK OLSUN” DEDİ
Başlangıçta Allah göğü ve yeri yarattı. Yer boştu, yeryüzü şekilleri yoktu; Engin karanlıkla kaplıydı.Ve Allah’ın Ruh’u suların üzerinde dalgalanıyordu Ve Allah, “Işık olsun” diye buyurdu ve ışık oldu. Allah ışığın iyi olduğunu gördü ve onu karanlıktan ayırdı-Yaratılış 1’den
Hiç kuşkusuz hepimiz şöyle ya da böyle muhteşem bir Yaratan düşüncesini kabul ediyoruz. Buna “hiç” ya da “var” demiş olsak da, bir anlamda inansak da inanmasak da, böyle bir Yaratan düşüncesini kabul ediyoruz. Kainat içinde böyle bir düşüncede, var oluşumuz içinde, kendi dünyalarımızda yani iç algılarımızda yaşayıp duruyoruz. Bu iç algılara göre karşımızdakilere ya da çevremize değer biçiyor ve onları ölçüp biçiyor ve içimize alıp gördüğümüzü, hissettiğimizi sandığımız her şeyi bir manada sanki kalıcı anlamda ve hep varmış gibi algılıyor, hissediyoruz. Hissediyoruz hissetmesine, algılıyoruz algılamasına da acaba doğru mu hissedip algılıyoruz, yoksa eğri mi hissedip algılıyoruz? Bu hissediş ve algıyı neye göre ve kime göre yapıyoruz? Bütün bunları aslında hep kendi değer yargılarımıza, algılarımıza ve beynimizin arkasındaki fotoğraf makinesi gibi var olan iç mekanizmalarımıza göre yapıyoruz. Burada bir gerçek çıkıyor karşımıza; algıladığımızı daha ziyadesiyle fizik dünyadaki bize verilmiş beden içindeki beş duygumuzla algılıyoruz. Yani kendi sınırlı sınırsızlığımız içinde algılıyoruz. Sınırsızlığın sınırlıkta yansıttığı her şeyi kendi sınırlı sınırsızlığımızda algılıyoruz. Ve bu algılar yoğunluğu içinde hep kendi deneyimlerimizi, izlenimlerimizi bu algılara katıyoruz.
MADDE VE MANA
Var olan hiçbir şey O’nsuz olmadı- Yaratılış 1:3
Bütün bu işleyiş sistemine baktığımızda aslında görünende görünmeyeni kullandığımızı fark ediyoruz. Yani görünende görünmeyeni kullanarak görüneni algılamaya çalışıyoruz. Bir başka deyişle madde vasıtası içinde bizden önce ve sonra da var olmuş ve olacak olanı ve şu anda içinde bulunduğumuz manayı algılıyoruz. Ya da ilizyon halinde algıladıklarımızı algıladık zannediyoruz.
O aydınlanmış insan Musa’nın yaratılışı bize sınırlı dönem kelime ve ifadeleri aktarmaya çalışmasında da aslında bu iki boyutta işleyişi görmemiz mümkündür. Yani mana maddede ifade bulurken madde de manada ifade bulmaktadır. Kutsal yazılara baktığımızda bu iki boyutlu yaklaşımı elden bıraktığımızda aslında esas verilmek istenileni kaybetme gibi bir tehlike ile karşı karşıya kalırız.
.
Bütün bunlarla birlikte madde ve mananın kucaklaşmasında var olan kainata baktığımızda Yaratan’ı algılamak için her yaratılmış olan kişi de ve düşünen beyin de aslında “başlangıçta” ifadesiyle bağlantılı olarak Yaratan’ın yarattığının farkındalığı vardır ve bu farkındalıkta da kişi yani düşünen beyin ve hissediş esasında olması gerektiği gibi her şeyden önce kendisini hissetmektedir. Yalnızca kendisini hissetmededir ve bu hissedişte kaldığı sürece de Yaratalış olayının gerçekleşmesinin hemen arkasında yer alan durum o kişiden yansımaktadır. Bu yansımada kişi –boş, şekilsiz ve karanlık- yani anlamsızlık içinde, günden güne değişen ve koşullara bağlı varlığı ve umutsuzluğu ile..esas anlamda edinim anlamında bir imandan ve edinim anlamında bir ümitten ve edinim anlamında bir sevgiden yoksun bir vaziyettedir.
IŞIK VE HAZ
Yaşam O’ndaydı ve yaşam insanların ışığıydı –Yuhanna 1:4
Oysa bu koşullun hemen arkasında esas Yaratılışı tamamlayan bir unsur bulunmaktadır. Bu unsur “ışıktır”. Işık hazdır. Yani Yaratan’ın o hiç kimsenin veremeyeceği iç huzur ve inanılmaz manevi saadettir. O Yaratılış hissinde her insana birazcıkta olsa tattırılmış olandır. Çünkü Yaratma sırasında zaten bu Yaratan’ın o muhteşemliğinde bu ışık vardır. Ama esas ışık yani haz ve mutluluğun kaynağı olan o manevi edinim önce boşluğun, şekilsizliğin ve karanlığın hissinden sonra bir edinimdir. Sıra takip edilmelidir. Önce o boşluk, şekilsizlik ve karanlık hissedilmelidir. Sonra da kalp noktasının yukardan uyandırılmasında ışık içeriye alınmalıdır. Aksi takdirde insan bir insan müsvettesi olarak kalacaktır. Oysa yaratılış gayesi “O’nun sureti” olmasıdır. İnsanın bir müsvette değilde suret olmasının esas unsuru ışığın edinim noktasıdır. Yani “ol” emri arkasında “ol” emrine “ışığın” ilavesi esas niyet, esas Yaratan düşüncesidir. Bu yoksa boş, şekilsiz ve karanlık hakimdir ve Yaratan’ın Ruh’u sular üzerinde dolaşmaktadır. Sular “helak” suları da olabilir ya da Arapça ifadesi ile “Khalak” yani “yaratma” suları da olabilir.
Ve Yüce Yaratan için “ışık” esastır. İyi olandır. “İyidir”. İyi Yaratan’dır. Yani İyi “sevgi ve ihsandır”. Bu yaratılış’ın iki aşaması maddenin şekillendirilmesi ve mananın içinde yer alması bu iki kademeli bir yaratıştır. Madde “ışık” yoksa boştur. İnsan elbette “ikinci aşama” olmaksızın dünyada yaşamaktadır. Hatta kendisine dinler bile oluşturup birinci aşamada yani ışığı almadan “sular üstünde Ruh’u” dolaşan Yaratan’ı uzaktan fark edip kendi boşluğu, şekilsizliği ve karanlığı içinde “sadece kendisi için alma” arzusunda “ben ve bencilliğinde” “ben zaten Yaratan’ı tanıyorum” işte demek için her şeyi, dinleri, yeni çağ inanışlarını, falları, büyüleri, kültürel ruhçu anlayışları irdeleyip durmaktadır. Ama bunların hiç biri o esas “haz ışıkları” diyebileceğimiz Allah’tan Allah ve Nur’dan Nur değildir.
FARKINDALIK SEVİYELERİ
Benden sonra gelen benden üstündür- Yuhanna 1:15
Sular üzerinde dolaşan Ruh elbette yaratılmış bütün insanlık içinde o cılız yaratılış ışığını sunmaktadır. Bir çip olarak orada o alıcı konum yerleştirilmiştir. Ama ne zamanki bu Ruh kişiye “Hakikaten esasında ben kimim?” sorusunu sordurmaya başlar işte o zaman kişi “Adem düzeyinde” olduğunu fark etmeye başlayacaktır. Bu farkındalık içinde aslında “dünyaları ben yarattım; demek ki Yaratan benim” demeye başlayacak ve birden bire “arzudan başka bir şey olmadığını” ve yalnızca almak için yaratıldığını ve “ben” durumunu fark etmiş olacaktır. Bu düzeye ulaşılmadan daha üst düzeylere varıp boş, şekilsiz ve karanlık konumdan daha ötelere “beden almış Kelime” düzeyine “Efendimiz Mesih” düzeyine ulaşmak, Mesih’te şekillenmek mümkün değildir.
Bu nedenle önce Adem düzeyinde olduğumuzun farkındalığı şarttır ve “sular üzerinde gezinen Ruh” yani Yaratan Ruh’u aslında o düzeyde kalanların maddeyle bütünleşmelerinden ötürü “sular” altında kalacaklarını yani arzularının hiçbir zaman su üstüne çıkmayacağını beyan edip durmaktadır.
Oysa Nuh gibi su üstüne çıkmak için Adem düzeyinde sorulan soruların geliştirilmesi hatta Yaratan’ın farkındalığında madde üstüne çıkmaya hazırlık için bir gemi inşa edilmesi ve bütün zıt kutupları ile arzulardan her seviye için ıslaha getirilmesi gereken arzuların ıslaha getirilmesi ve daha sonra o küçücük ıslah adımının getireceği “gökkuşağı” esenliği ile İbrahim’de hareket eden bir düzeye ve sonra Yakup güreşmesinden İsrael düzeyine geçilmesi ve Musa ile dağın tepesinde ego üstüne yükselinmesi şarttır. Bunlar hem uzun manevi aşamalar olabilir hem de Kutsal Ruh yani Saran ışığın çalışmasında bu çalışmaya aşağıdan gayretle çok daha hızlı ve kısa bir maneviyat aşaması da olabilir. Bunun için “yukarıdan uyandırılmaya aşağıdan cevap gerekmektedir”. Bu aşamaların farkındalığına “ Mesih doğmaktadır”.
Bu aşamalar yoksa var olan boş, şekilsiz ve karanlıktan başka bir şey değildir. Bunun üstüne törensel inanışları, dinleri getirseniz de, “esası” yani Yaratan Işığını edinecek değilsiniz. Çünkü bu edinim bu aşamaların sonucunda kalpteki noktanızın Mesih’i içeri alması ve “sevgi ve ihsan” olma yolunda sizi dönüştürüp değiştirerek kurtarıcımız Mesih İsa’da biçimlendirmesidir. Bu nefsin yani “kendin için almaya” ölme ve “Yaratan gibi doluluktan hep sevmeye ve ihsan etmeye” kısacası vermeye dirilme yoludur. Efendimiz İsa’nın dünyaya ışık olarak gelmesi aslında bu başından belli niyetin gerçekleşmesi içindir. Bu doğuş esasında ölme ve dirilmeye götüren kısacası bizi “benliğimizin esaretinden” “çıkarcılığımızın esaretinden” kısacası “günah” deyip dini kalıp içinde geçiştirdiğimiz ve baş edemediğimiz o “ben olma” tutkusundan kurtarma girişimidir.
YARATANI EDİNME
Kelam, insan olup aramızda yaşadı-Yuhanna 1:14
Işığı kabul etme aslında bir anlamda Yaratan’ı “kendinde görme” ile yani ışığa yansıtıcı olma gerçeği ile kucak kucağa olmaktır. Çünkü Yuhanna bunu net biçimde ifade şöyle ifade etmektedir. “Allah’ı hiçbir zaman hiç kimse görmedi. Baba’nın bağrında bulunan..” dışında. Ve bu bütünlükten çıkıp yansıyan efendimiz Mesih bu yansımada kendi “Yaratan’ı edinme” boyutunda yüreğe kurtarışını alanlara “Yaratan’ın oğulları olma” ayrıcalığını vermektedir. Yani bu Yaratan’ı “sevgi ve ihsanda” niteliklerinde yaşayarak hissetmektir. “Kaybolan Oğul Meselinde oğul’un en düşkün seviyeden Babasına tamamen kenetlenmesi” halidir. Bu noktanın bu manevi derinliği ise zaten Yuhanna’nın şu cümlelerinde barizdir; “Onlar ne kanda, ne beden ne de insan isteğinden doğdular, tersine Yaratan’dan doğdular”. Esasında bütün anlatılanların esas manevi manada olduğunun ve içimizde Yaratan’dan gelip O’na dönerken arzularımızın ıslahı ile O’na dönüşümüzün esas olduğu gerçeği ve esasın mana olduğu gerçeği gözlerimizin önüne sergilenmektedir.
Bu durumda bize düşen bu gün bu sözleri işittiğimiz anda nerelerde olduğumuzdur. Hangi sorgulamalarla kendi dünyamızı meşgul ettiğimizdir. Adem düzeyinde “ben ve ben ve ben” dediğimiz bir düzeydemiyiz acaba? Yoksa hala gemi mi inşa ediyoruz? Yoksa İbrahim gibi parçalardan bütüne mi hareket halindeyiz? Yoksa Yakup gibi hala Yaratan’la güreşiyor muyuz? Musa gibi “ego” üstüne Sina dağına mı tırmanıyoruz? Bu soruların cevapları sizde ve “sorun cevaplandırılacaktır, arayın bulacaksınız ve kapıyı çalın açılacaktır”. Bütün bu seviyeleri hızlandırmakta sizin “Kutlu doğuşunuzdur”. Bugün Noel diye kutlanılan Efendimiz ve Kurtarıcımız Mesih İsa’nın doğuşunun ve bu kutlamalarının esas manası ve esas gayesi işte bu noktadadır. Bu “kutlu doğuşu” sizin “kutlu doğuşunuz” kılmaktır.
O zaman bu doğuş, bu ışık, sadece bir bedenin belli bir tiyatral anlatım içinde doğmuş olması değil bütün ruh halimize “esas”olması gerekenin bir kez daha, bir kez daha hatırlatılmasıdır. Bu ışık yüreğe girmedikçe “iyi” olmayacaktır. Yaratan’ın “iyi” olarak gördüğü an bu ışığın “olsun” kelimesinde yerli yerinde dünyayı doldurmasıdır. Ve hazzın, mutluluğun pınarı, esası o noktadadır. Ve burada dünya illa madde manasında içinde yaşadığımız dünya şeklinde anlaşılacak da değildir. Esas “benim içimin algıladığı dünyadır”. Ve bu ışık “bu kutlu doğuş” o dünyaya doğmalıdır ki, “yeni doğuş” hakiki bir manevi “on üç yaş” yani maneviyatta olgunluk yaşı “yani doğum günü” olsun. Ve bu manada “Kutlu doğuşu irdeleyenlere” bu doğuş Yüceler Yücesi Yaratan’da ve Mesihinde ve Ruh’unda kutlu olsun…
Başlangıçta Allah göğü ve yeri yarattı. Yer boştu, yeryüzü şekilleri yoktu; Engin karanlıkla kaplıydı.Ve Allah’ın Ruh’u suların üzerinde dalgalanıyordu Ve Allah, “Işık olsun” diye buyurdu ve ışık oldu. Allah ışığın iyi olduğunu gördü ve onu karanlıktan ayırdı-Yaratılış 1’den
Hiç kuşkusuz hepimiz şöyle ya da böyle muhteşem bir Yaratan düşüncesini kabul ediyoruz. Buna “hiç” ya da “var” demiş olsak da, bir anlamda inansak da inanmasak da, böyle bir Yaratan düşüncesini kabul ediyoruz. Kainat içinde böyle bir düşüncede, var oluşumuz içinde, kendi dünyalarımızda yani iç algılarımızda yaşayıp duruyoruz. Bu iç algılara göre karşımızdakilere ya da çevremize değer biçiyor ve onları ölçüp biçiyor ve içimize alıp gördüğümüzü, hissettiğimizi sandığımız her şeyi bir manada sanki kalıcı anlamda ve hep varmış gibi algılıyor, hissediyoruz. Hissediyoruz hissetmesine, algılıyoruz algılamasına da acaba doğru mu hissedip algılıyoruz, yoksa eğri mi hissedip algılıyoruz? Bu hissediş ve algıyı neye göre ve kime göre yapıyoruz? Bütün bunları aslında hep kendi değer yargılarımıza, algılarımıza ve beynimizin arkasındaki fotoğraf makinesi gibi var olan iç mekanizmalarımıza göre yapıyoruz. Burada bir gerçek çıkıyor karşımıza; algıladığımızı daha ziyadesiyle fizik dünyadaki bize verilmiş beden içindeki beş duygumuzla algılıyoruz. Yani kendi sınırlı sınırsızlığımız içinde algılıyoruz. Sınırsızlığın sınırlıkta yansıttığı her şeyi kendi sınırlı sınırsızlığımızda algılıyoruz. Ve bu algılar yoğunluğu içinde hep kendi deneyimlerimizi, izlenimlerimizi bu algılara katıyoruz.
MADDE VE MANA
Var olan hiçbir şey O’nsuz olmadı- Yaratılış 1:3
Bütün bu işleyiş sistemine baktığımızda aslında görünende görünmeyeni kullandığımızı fark ediyoruz. Yani görünende görünmeyeni kullanarak görüneni algılamaya çalışıyoruz. Bir başka deyişle madde vasıtası içinde bizden önce ve sonra da var olmuş ve olacak olanı ve şu anda içinde bulunduğumuz manayı algılıyoruz. Ya da ilizyon halinde algıladıklarımızı algıladık zannediyoruz.
O aydınlanmış insan Musa’nın yaratılışı bize sınırlı dönem kelime ve ifadeleri aktarmaya çalışmasında da aslında bu iki boyutta işleyişi görmemiz mümkündür. Yani mana maddede ifade bulurken madde de manada ifade bulmaktadır. Kutsal yazılara baktığımızda bu iki boyutlu yaklaşımı elden bıraktığımızda aslında esas verilmek istenileni kaybetme gibi bir tehlike ile karşı karşıya kalırız.
.
Bütün bunlarla birlikte madde ve mananın kucaklaşmasında var olan kainata baktığımızda Yaratan’ı algılamak için her yaratılmış olan kişi de ve düşünen beyin de aslında “başlangıçta” ifadesiyle bağlantılı olarak Yaratan’ın yarattığının farkındalığı vardır ve bu farkındalıkta da kişi yani düşünen beyin ve hissediş esasında olması gerektiği gibi her şeyden önce kendisini hissetmektedir. Yalnızca kendisini hissetmededir ve bu hissedişte kaldığı sürece de Yaratalış olayının gerçekleşmesinin hemen arkasında yer alan durum o kişiden yansımaktadır. Bu yansımada kişi –boş, şekilsiz ve karanlık- yani anlamsızlık içinde, günden güne değişen ve koşullara bağlı varlığı ve umutsuzluğu ile..esas anlamda edinim anlamında bir imandan ve edinim anlamında bir ümitten ve edinim anlamında bir sevgiden yoksun bir vaziyettedir.
IŞIK VE HAZ
Yaşam O’ndaydı ve yaşam insanların ışığıydı –Yuhanna 1:4
Oysa bu koşullun hemen arkasında esas Yaratılışı tamamlayan bir unsur bulunmaktadır. Bu unsur “ışıktır”. Işık hazdır. Yani Yaratan’ın o hiç kimsenin veremeyeceği iç huzur ve inanılmaz manevi saadettir. O Yaratılış hissinde her insana birazcıkta olsa tattırılmış olandır. Çünkü Yaratma sırasında zaten bu Yaratan’ın o muhteşemliğinde bu ışık vardır. Ama esas ışık yani haz ve mutluluğun kaynağı olan o manevi edinim önce boşluğun, şekilsizliğin ve karanlığın hissinden sonra bir edinimdir. Sıra takip edilmelidir. Önce o boşluk, şekilsizlik ve karanlık hissedilmelidir. Sonra da kalp noktasının yukardan uyandırılmasında ışık içeriye alınmalıdır. Aksi takdirde insan bir insan müsvettesi olarak kalacaktır. Oysa yaratılış gayesi “O’nun sureti” olmasıdır. İnsanın bir müsvette değilde suret olmasının esas unsuru ışığın edinim noktasıdır. Yani “ol” emri arkasında “ol” emrine “ışığın” ilavesi esas niyet, esas Yaratan düşüncesidir. Bu yoksa boş, şekilsiz ve karanlık hakimdir ve Yaratan’ın Ruh’u sular üzerinde dolaşmaktadır. Sular “helak” suları da olabilir ya da Arapça ifadesi ile “Khalak” yani “yaratma” suları da olabilir.
Ve Yüce Yaratan için “ışık” esastır. İyi olandır. “İyidir”. İyi Yaratan’dır. Yani İyi “sevgi ve ihsandır”. Bu yaratılış’ın iki aşaması maddenin şekillendirilmesi ve mananın içinde yer alması bu iki kademeli bir yaratıştır. Madde “ışık” yoksa boştur. İnsan elbette “ikinci aşama” olmaksızın dünyada yaşamaktadır. Hatta kendisine dinler bile oluşturup birinci aşamada yani ışığı almadan “sular üstünde Ruh’u” dolaşan Yaratan’ı uzaktan fark edip kendi boşluğu, şekilsizliği ve karanlığı içinde “sadece kendisi için alma” arzusunda “ben ve bencilliğinde” “ben zaten Yaratan’ı tanıyorum” işte demek için her şeyi, dinleri, yeni çağ inanışlarını, falları, büyüleri, kültürel ruhçu anlayışları irdeleyip durmaktadır. Ama bunların hiç biri o esas “haz ışıkları” diyebileceğimiz Allah’tan Allah ve Nur’dan Nur değildir.
FARKINDALIK SEVİYELERİ
Benden sonra gelen benden üstündür- Yuhanna 1:15
Sular üzerinde dolaşan Ruh elbette yaratılmış bütün insanlık içinde o cılız yaratılış ışığını sunmaktadır. Bir çip olarak orada o alıcı konum yerleştirilmiştir. Ama ne zamanki bu Ruh kişiye “Hakikaten esasında ben kimim?” sorusunu sordurmaya başlar işte o zaman kişi “Adem düzeyinde” olduğunu fark etmeye başlayacaktır. Bu farkındalık içinde aslında “dünyaları ben yarattım; demek ki Yaratan benim” demeye başlayacak ve birden bire “arzudan başka bir şey olmadığını” ve yalnızca almak için yaratıldığını ve “ben” durumunu fark etmiş olacaktır. Bu düzeye ulaşılmadan daha üst düzeylere varıp boş, şekilsiz ve karanlık konumdan daha ötelere “beden almış Kelime” düzeyine “Efendimiz Mesih” düzeyine ulaşmak, Mesih’te şekillenmek mümkün değildir.
Bu nedenle önce Adem düzeyinde olduğumuzun farkındalığı şarttır ve “sular üzerinde gezinen Ruh” yani Yaratan Ruh’u aslında o düzeyde kalanların maddeyle bütünleşmelerinden ötürü “sular” altında kalacaklarını yani arzularının hiçbir zaman su üstüne çıkmayacağını beyan edip durmaktadır.
Oysa Nuh gibi su üstüne çıkmak için Adem düzeyinde sorulan soruların geliştirilmesi hatta Yaratan’ın farkındalığında madde üstüne çıkmaya hazırlık için bir gemi inşa edilmesi ve bütün zıt kutupları ile arzulardan her seviye için ıslaha getirilmesi gereken arzuların ıslaha getirilmesi ve daha sonra o küçücük ıslah adımının getireceği “gökkuşağı” esenliği ile İbrahim’de hareket eden bir düzeye ve sonra Yakup güreşmesinden İsrael düzeyine geçilmesi ve Musa ile dağın tepesinde ego üstüne yükselinmesi şarttır. Bunlar hem uzun manevi aşamalar olabilir hem de Kutsal Ruh yani Saran ışığın çalışmasında bu çalışmaya aşağıdan gayretle çok daha hızlı ve kısa bir maneviyat aşaması da olabilir. Bunun için “yukarıdan uyandırılmaya aşağıdan cevap gerekmektedir”. Bu aşamaların farkındalığına “ Mesih doğmaktadır”.
Bu aşamalar yoksa var olan boş, şekilsiz ve karanlıktan başka bir şey değildir. Bunun üstüne törensel inanışları, dinleri getirseniz de, “esası” yani Yaratan Işığını edinecek değilsiniz. Çünkü bu edinim bu aşamaların sonucunda kalpteki noktanızın Mesih’i içeri alması ve “sevgi ve ihsan” olma yolunda sizi dönüştürüp değiştirerek kurtarıcımız Mesih İsa’da biçimlendirmesidir. Bu nefsin yani “kendin için almaya” ölme ve “Yaratan gibi doluluktan hep sevmeye ve ihsan etmeye” kısacası vermeye dirilme yoludur. Efendimiz İsa’nın dünyaya ışık olarak gelmesi aslında bu başından belli niyetin gerçekleşmesi içindir. Bu doğuş esasında ölme ve dirilmeye götüren kısacası bizi “benliğimizin esaretinden” “çıkarcılığımızın esaretinden” kısacası “günah” deyip dini kalıp içinde geçiştirdiğimiz ve baş edemediğimiz o “ben olma” tutkusundan kurtarma girişimidir.
YARATANI EDİNME
Kelam, insan olup aramızda yaşadı-Yuhanna 1:14
Işığı kabul etme aslında bir anlamda Yaratan’ı “kendinde görme” ile yani ışığa yansıtıcı olma gerçeği ile kucak kucağa olmaktır. Çünkü Yuhanna bunu net biçimde ifade şöyle ifade etmektedir. “Allah’ı hiçbir zaman hiç kimse görmedi. Baba’nın bağrında bulunan..” dışında. Ve bu bütünlükten çıkıp yansıyan efendimiz Mesih bu yansımada kendi “Yaratan’ı edinme” boyutunda yüreğe kurtarışını alanlara “Yaratan’ın oğulları olma” ayrıcalığını vermektedir. Yani bu Yaratan’ı “sevgi ve ihsanda” niteliklerinde yaşayarak hissetmektir. “Kaybolan Oğul Meselinde oğul’un en düşkün seviyeden Babasına tamamen kenetlenmesi” halidir. Bu noktanın bu manevi derinliği ise zaten Yuhanna’nın şu cümlelerinde barizdir; “Onlar ne kanda, ne beden ne de insan isteğinden doğdular, tersine Yaratan’dan doğdular”. Esasında bütün anlatılanların esas manevi manada olduğunun ve içimizde Yaratan’dan gelip O’na dönerken arzularımızın ıslahı ile O’na dönüşümüzün esas olduğu gerçeği ve esasın mana olduğu gerçeği gözlerimizin önüne sergilenmektedir.
Bu durumda bize düşen bu gün bu sözleri işittiğimiz anda nerelerde olduğumuzdur. Hangi sorgulamalarla kendi dünyamızı meşgul ettiğimizdir. Adem düzeyinde “ben ve ben ve ben” dediğimiz bir düzeydemiyiz acaba? Yoksa hala gemi mi inşa ediyoruz? Yoksa İbrahim gibi parçalardan bütüne mi hareket halindeyiz? Yoksa Yakup gibi hala Yaratan’la güreşiyor muyuz? Musa gibi “ego” üstüne Sina dağına mı tırmanıyoruz? Bu soruların cevapları sizde ve “sorun cevaplandırılacaktır, arayın bulacaksınız ve kapıyı çalın açılacaktır”. Bütün bu seviyeleri hızlandırmakta sizin “Kutlu doğuşunuzdur”. Bugün Noel diye kutlanılan Efendimiz ve Kurtarıcımız Mesih İsa’nın doğuşunun ve bu kutlamalarının esas manası ve esas gayesi işte bu noktadadır. Bu “kutlu doğuşu” sizin “kutlu doğuşunuz” kılmaktır.
O zaman bu doğuş, bu ışık, sadece bir bedenin belli bir tiyatral anlatım içinde doğmuş olması değil bütün ruh halimize “esas”olması gerekenin bir kez daha, bir kez daha hatırlatılmasıdır. Bu ışık yüreğe girmedikçe “iyi” olmayacaktır. Yaratan’ın “iyi” olarak gördüğü an bu ışığın “olsun” kelimesinde yerli yerinde dünyayı doldurmasıdır. Ve hazzın, mutluluğun pınarı, esası o noktadadır. Ve burada dünya illa madde manasında içinde yaşadığımız dünya şeklinde anlaşılacak da değildir. Esas “benim içimin algıladığı dünyadır”. Ve bu ışık “bu kutlu doğuş” o dünyaya doğmalıdır ki, “yeni doğuş” hakiki bir manevi “on üç yaş” yani maneviyatta olgunluk yaşı “yani doğum günü” olsun. Ve bu manada “Kutlu doğuşu irdeleyenlere” bu doğuş Yüceler Yücesi Yaratan’da ve Mesihinde ve Ruh’unda kutlu olsun…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder