30 Ekim 2010 Cumartesi
İlahi Işığı: Ya Rabbi Aşkın Ver Bana
Sami Savni Özer (Ya Rabbi AÅ�kın Ver Bana)
Yükleyen barrlass. - Video klipler, sanatçı röportajları, konserler ve çok daha fazlası.
22 Ekim 2010 Cuma
Bilge Katresi: Mesnevi'den...
*Renklerin aslı renksizlik, savaşların aslı barıştır.
*Kadere az bahane bul. Suçunu niye başkalarına yüklemeye çalışırsın?
*Akıllılığa doydum, ben artık deliliğe aşığım.
*Arayan nihayet bulur, kurtuluş sabırdan doğar.
*Zikir fikri titretir, harekete geçirir. Zikri fikrine güneş yap .
10 Ekim 2010 Pazar
Kelam Damlası: Kuraklık Deneyimleri
Kuraklık, bizlerin yaşamda karşılaştığımız test anlarının mana yolundaki sembolüdür.
Bir anda kendinizi mali sorunların eşiğinde buluverirsiniz. Ya da çok sevdiğiniz bir arkadaşınızın iftirası ile karşı karşıya kalırsınız. Veyahut çoğumuzun, yaşamımızın belli vakitlerinde kullandığı bir kalıp vardır:" Hep benim mi başıma geliyor?"
Birincisi, inanın hep sizin başınız değildir allak bullak olan.Yeryüzündeki her insanoğlunun kuraklığa mahkum olduğu anlar vardır.İkincisi, kuraklık zamanınızda size inen yargı- ki bu karşılaştığımız sorunu simgeler- sadece ve sadece sizin ruhsal gelişiminiz adına mevcuttur.
Yargısızlık ise durma anıdır. Diğer bir deyişle gelişme yoktur. Şöyle bir insan düşleyin- hatta toplumun kimi katmanlarında mevcuttur bu şahıslar: Maddi sıkıntıları yok, kaygıları yok, beyinlerini kurcalayan "niye burdayım, evren ile alakam nedir?" gibilerinden ruhsal gelişime ışık tutan soruları yok, bir elinde cımbız diğer elinde ayna, umurunda mı dünya misali yaşayan kişiler...Eh burada bir gelişim mevcut mudur sizce? Asla. Çünkü, kendi yaşamınızı da gözden geçirdiğinizde, şunu fark edeceksiniz ki, değişimler, kaoslardan sonra meydana gelir. Ve eğer hayatınızda kaos mevcut ise, bunun öncesinde mutlaka bir yargı vuku bulmuştur ki kuraklık dönemine girmişsinizdir. Tıpkı sürgün deneyimlerinde olduğu gibi, insanın en çok kafasını çalıştırıp çıkış yolları aradığı bir edinim sürecidir bu evre...Ve bunun içindir ki gerek dinler gerekse mana ilmi şunu söyler: "Doğru adam, yargılanır."
Yargılanır çünkü doğru adam Yaratan'ı oynayandır. Onun halefi olarak ruhsal manada tekamülünü tamamlaması adına, ruhen belli aşamalardan geçmesi gerekir. Buna yardımcı olan şey ise karşılaştığı negativiteler ve buna paralel olarak onun, negativite karşısında göstereceği tavırdır.
Somut bir örnek vermek gerekirse, hayatınız boyunca dedikoduyu sevdiniz diyelim. Belki kendi içinizde bunun zararsız olduğunu düşündünüz. Ve bir gün, evrene yolladığınız bumerang size "yargı" olarak geri döndü. ( Unutmayın, Tanrı sizi yargılamıyor, kainat formülleri gereğince siz yargıyı üzerinize çekiyorsunuz!) Çok güvendiğiniz bir arkadaşınız, kimsenin bilmemesi gereken bir sırrınızı "dedikodu" yaparaktan ortalığa yaydı ve bu sizde o kişiye karşı bir öfke, çevreye karşı ise utanç duygus uyandırdı. Bu kuraklık döneminizde, yapacağınız iki seçenek mevcuttur: Ya arkadaşınızla kötü bir şekilde ilişkinizi keser atar ve eski tas eski hamam hesabı, diğer şahıslarla bu kez onun dedikodusunu yapmaya devam edersiniz (ki bir başka yargıyı üzerinize çekmenize vesile olur) veya yaşadığınız edinimden bir ders çıkartıp kendinizi ıslah edersiniz. Ve ıslah ettiğiniz noktada ruhsal manada ufak bir aşamayı da katetmiş olursunuz. Bu ufak adımların toplamında ise ışık daha da büyüyerek hayatınıza pozitivite saçar.
Negatif eğilimleriniz Tanrı tarafından yargılanmaz çünkü negativitenin kendisi aslında yargıdır. Ve bir yargıyı üzerinize çektiyseniz, bunun ıslahı da sizin elinizdedir.Hani dinlerde söylenen hoş bir söz vardır: Tanrı, kaldıramayacağından fazlasını insana vermez. İşte, bu sözün arka planındaki mana burada yatmaktadır. Kısacası, başınıza gelen yargı, sizin sahip olduğunuz negativitenin değişmesi adına yine sizin tarafınızdan yaşamınıza girmektedir.Ayağınızı vuran bir ayakkabınız olduğunu düşünün: Ya ayakkabıyı çıkarır ya da yeni ayakkabı alırsınız. Fakat o ayakkabı ile yol gidilmeyeceğinin bilincindesinizdir. Çünkü siz gelişmişsinizdir lakin ayakkabı aynı kalmıştır.
Sabırsız insanlar yaşamlarının büyük bölümünde sabretmek zorunda kaldıkları bir şeylerle karşılaşırlar. Çabuk öfkelenen kişilerin çoğu bu öfkeyi güdüleyecek olayları üzerlerine çeker. Ve çoğumuz burada reaktiv yolu tercih ettiğimiz için, yargı da peşinden gelip bizi kuraklık dönemine iter. Ta ki biz bu negatif eğilimimizi ıslah edene kadar. Islah olunduğu vakit, yargı bir daha uğramaz. Çünkü, ruh, o belli konudaki eksikliğini tamamlayıp, ışığı saçarak, tekamül yoluna devam etmektedir.
BURCU AŞÇI
1 Ekim 2010 Cuma
Bilge Katresi: Özgür İrade
Bu dersin amacı: 1. “Ben” Kimim?
2. İnsanın özgür seçimi nedir?
Bu derste kim olduğumuzu anlamaya çalışacağız. İçimdeki “ben”i hisseden parça nedir? Bunu anladıktan sonra özgür iradenin ne olduğunu ve hayatımızı nasıl etkileyebileceğimizi anlayabiliriz.
Tarih boyunca insanoğlunun özgürlüğü için nasıl mücadele ettiğini gördük; kölelikten, ülkelerden, kişisel hak uğruna verilen mücadeleler vs. Bu sadece insanlar için değil, hayvanlar içinde geçerli. Hayvanları da kafeslere koyunca ne kadar mutsuz olduklarını ve nasıl yavaş yavaş öldüklerine tanık oluyoruz. Herkes özgür, mutlu ve bağımsız olmak istiyor.
Bağımsızlık nedir? Bu kelimeyi o kadar çok kullanıyoruz ki gerçek anlamının ne olduğunu unuttuk. Özgür olmayı isteyebilmek için, özgürlüğü her insanın elde edebileceğini varsaymalıyız. Özgürlük fikrinin içimizde yer edindiğini bilmeliyiz, yoksa özgürlüğümüzü edinmeyi arzulamamız nasıl mümkün olabilir ki? – Doğada hiç bir israf yoktur.
Zevk ve Acı: Ancak insanın davranışlarını gözlemledikçe, hep zorunluluktan hareket ettiğini görüyoruz. Peki, bu ne demek?
Eğer hepimiz mutluluk ve zevk almak için hareket ediyorsak, o zaman otomatikman acı veren her şeyden kaçıyoruz anlamına gelir ve mutluluk veren her şeyinde peşinden koşuyoruz demektir – tıpkı diğer hayvanların hepsinin yaptığı gibi. Hayvanlar bu şekilde anlık davranırlar, insan ise uzun vadeyi hesaplayabilir. Mesela bugün işe istemeyerek gidiyorum, bana acı veriyor – ama kafamda hesaplıyorum; gidersem para alacağım ve arkadaşlarımla eğlenebilecek param olacak ya da yemek yiyip başımı sokacak bir yere sahip olacağım. Yani çekeceğim acı alacağım zevkten daha fazla ise o acıya katlanabilirim. Bu hesapları hayvanlar da bizde sürekli menfaatimiz için yapıyoruz. Ne yaparsam daha çok menfaat sağlarım? Beni ne daha çok mutlu eder?
Genelliklede evdeki hesap çarşıya uymaz ve beklentimiz kadar ki mutluluğu elde edemez ve kendimizi kötü hissederiz – zarara mal satmış bir esnaf gibi. Dolayısıyla bu noktada hiç özgür irademiz yok. Eğer 10kg’lık mutluluk ile 20 kg. mutluluk arasında bir seçim yapmam gerekirse direkt olarak 2okg’ı seçerim, bu şekilde zevk ve acı arasında sürekli yönlendirilirim.
Eğer içimize bir bakacak olursak, beynimizin son derece gelişmiş bir makine gibi sürekli mutluluk edinmemiz için nasıl yüksek hızda hesap yaptığını görürüz.
Mesela başkaları uğruna hayatlarını bile verebilen insanlar var. Başkaları uğruna bu tür fedakârlıklar yapan insanları eskiden takdirle karşılardık. Ama artık biliyoruz ki akıllarında bir hesap vardı. O koşullar altında yaşamaktansa ölmenin daha makul olduğu hesabı; ülkem için yeterli her şeyi yapamadım korkusu ya da o insan olmadan hayatımın bir anlamı olmadığı düşüncesi ya da başka herhangi bir düşünce.
Hesabımız her zaman işin sonunda ne kadar elde edebileceğimiz. Hepimizin hesabı da her zaman farklıdır. Bazılarımız arkasını döner ve kaçar ve hiç kendini suçlu hissetmez. Bir insanın davranışı diğer bir insanın sergilediği davranışa tümüyle zıt olabilir. İki insanda tümüyle zıt davranmasına rağmen, ikisi de egoistçe bir hesap yaptılar. İki kişide en fazla nasıl kazanacağının hesabını yaptı, dıştan davranışları ve içten onları motive eden şeyler bize tümüyle farklı gözükmesine rağmen.
Hatta daha da ileri gidebilir ve bu iki kişinin de o koşullarda en çok zevk veren davranışı yaptığını söyleyebiliriz.
Ben kendi adıma mutluluğun ne olabileceğini aslında seçmiyorum, bunu içinde bulunduğum toplum benim için seçiyor. Toplum benim adıma her şeyin kararını veriyor; nasıl başarılı olmam gerektiğini, üniversiteye gitmem gerektiğini, hangi işte çalışmam gerektiğini, paranın güzel olduğunu, evleneceğim kadına kadar her şeyi etrafımdaki toplum dediğim yakın çevrem belirliyor. Nasıl giyineceğimden, oturup – kalkışıma ve hatta nasıl konuşacağıma kadar onlar belirliyor. Dolayısıyla çevrem bana uyum sağlamamın daha rahat etmem için ve az acılı olduğunu gösteriyor.
O zaman benim özgürlüğüm nerede? Neden bir “ben” olduğumu hissediyorum? Gerçekten özgürlüğüm yoksa o zaman acı ve mutluluk hisleri arasında oynatılan bir kukla değil miyim? Ne özgür ne de bağımsızım? Aslında istediğim bir şeyi yapmıyorum, dolayısıyla ödül veya ceza diye bir şey söz konusu değil; katilleri hapishanelere atmanın ve kahramanlara madalya vermenin bir anlamı yok.
Burada bir problem var ve basit bir problem değil; dindar insanlar Allah’ın her şeyi yönettiğini ve O’na güvenmemiz gerektiğini savunurlar, peki laik insanlar bu duruma karşı nasıl bir değerlendirme yapıyorlar? Hepimiz kör doğanın esiri miyiz? Kendini akıllı sanan, mantıklı ve erdemli, biz insan denilen yaratıklar arkasında hiç bir düşünce olmayan bir mekanizma tarafından itilip kakılıyor muyuz yani? Sonumuzun ne olacağı kim bilir?
Etken (Neden) Yasası
“Ben”i ve nereden geldiğini anlayabilmem için, doğadaki her şeyi dikkatle incelemem lazım; duran, büyüyen, yaşayan ve insan denilen tüm varlıkların davranışlarının nedenini ve etkisini anlamalıyım. Her yeni hal (durum) bir önceki halden kaynaklanır ve bir sonraki halin oluşmasına neden olur. Kendi halimizi anlamak için, şuan ki halimizin bir önceki durumunu ve nereye doğru gittiğimizi bilmemiz lazım, yoksa gerçeği hiç bir şekilde anlamamız mümkün olamaz. Nedensiz ve tecrübesiz, geçmişin ve geleceğin hislerini bilmeden insan ne yapacağını nasıl bilebilir ki?
Dört Faktör: Sitenin makaleler kısmında Özgürlük adlı makalede 4 faktör anlatılmakta. Bu noktada makaleye dönüp bu kısmı okumalısınız.
Bizim gerçek diye algıladığımız her şey yoktan yaratılan bir varlığın içinde var oluşunun anında yaratıldı.
Bu noktadan itibaren bizim gerçeğimizdeki her detay, düşünce, nesne dört faktör denilen safhada gelişerek son mükemmel, durgun halini alır. Buna biz de dâhiliz.
Özetle, dört faktör:
1. Temel
2. Temele bağımlı olan etken ve etki – temelin sabit karakterine endeksli özellikler
3. İç etken ve etki – Dış faktörlerle iletişim sonucu temelin etken ve etki vasıtasıyla değişmesi.
4. Temelin, dış nesnelerin veya güçlerin etken ve etki vasıtasıyla üzerinde etki yapması.
Kısaca her birini açıklayalım:
Temel:
Dediğimiz gibi doğada hiç bir şey yaratılandan sonra yaratılmadı, her şey bir önceki durumdan kaynaklanıyor. Yaratılışın ilk anında yaratılan özü dış değişimden geçer ve buna temel denir. Özün içerisinde mükemmel ve dengeli bir hal mevcuttur ve amacı budur – sürekli değişmeğe yöneltmek.
Doğal Olan Etken ve Etki:
Eğer ekilmiş bir parça buğdayın çürüyüp tohum oluşunu ele alırsak, buğdayın özü temelidir. Bu temelin içinde sabit değişemeyen karakteristikleri vardır. Buğdayın özü büyümüş bir başaktan tohuma dönüşebilir, çürük bir buğday tanesinden una ama asla bir bezelye tanesi ya da üzüm olamaz. İçerisinde bulunduğu düzende bir evrimden ibaret: çürüyor, büyüyor, olgunlaşıyor – büyümesi duruyor ve çürüyor vs. Örneğin su; su her zaman sudur içinde bulunduğu durum değişse bile, buhar da olsa, bulut da olsa ve yağmur olup nehirde olsa – özündeki hali hiç değişmez.
Dış güçlerin vasıtasıyla etken ve etki:
Eğer buğday örneğiyle devam edersek, buğdayın dış etkenlerden dolayı filizlendiği zaman kalitesinin farklı olduğunu görebiliriz. Güneş – su – toprak gibi etkenlerin tohum aynı olmasına rağmen ya kötü ya da bir tarla boyu altın sarısı ve olgun ekin verebilmesi mümkündür. Bu demektir ki üçüncü faktörde temelin karakterini etkilemekte. İkinci faktördeki etkilerin bir değişim yaratmamasına rağmen üçüncü faktörde kalitede ve miktarda çevre koşullarından dolayı temelde değişim olabilir.
Dış etkenlerin etkisi:
Dış etkenlerin buğdayla direkt bir bağı yok. Yağmur, nem, rüzgâr, etrafta yaşayan solucan ya da kurtları topraktaki mineraller vs.
Bu dört faktörün nasıl birbiriyle alakalı olup her hali nasıl etkilediklerini ve her halin yaratılışını nasıl etkilediklerini – miktar ve kalitenin belirlenmesindeki rolleri görmek gayet kolay. Bu bileşimler tüm varlıklarda olduğu gibi bizim içimizde de var.
İnsandaki 4 parça:
1. Temel – bir varlıktan diğer bir varlığa geçen ana madde, özü kişiye doğum veren anne ve babadan geçen zihinsel meyve olan akıl. Bu damla tohum içerisinde gizli güçler barındırır, tıpkı buğdayı geçirdiği değişimler gibi nesilden nesile doğal olarak geçer. Bunların sonucunda insanda farklı eğilimler oluşur ve bu eğilimler yüzeye çıkar: eleştirme eğilimi, materyalist eğilim, cimrilik, hoşgörü, cesaret, kıskançlık, utangaçlık, inanç vs…
Temel insanın uzantılı beyninde, bilinçaltında ve tüm eğilimler orada yüzeye çıkar. Eğilim ayriyeten mevcudiyetinin tersi olarak da yüzeye çıkabilir, dedikleri gibi babanın kalbinde gizli olan oğlunda ortaya çıkar.
Örneğin baba çok bonkör olmasına rağmen oğlu çok cimri olabilir. Anlamamız gerekir ki kabalada doğuma sebebiyet veren biyolojik bir babadan bahsetmiyoruz. Baba bir önceki haldir: BABA = BENİM BİR ÖNCEKİ HALİM!
2. Doğal olan sabit özelliklerim – insan çevresinin içine (toplum) ham olarak konulur ve tıpkı örnek verdiğimiz güneşten, sudan, topraktan etkilenen buğday tanesi gibi çevresinden etkilenir ve toplumun genel huyunu tecrübe edinip hisseder.
Örneğin insan cimri doğduysa toplumda bu huyunu kendisine makul kabul ettirecek davranışlar arar ve cimriliğin aslında iyi olduğunu ve bu huyun kendisinin her zaman bir parçası olduğuna kendisini inandırabilir.
Başka bir örnek; eğer toplumda her zaman bir numara olma ihtiyacıyla doğmuşsa kendisi için bir numara olmanın zengin birisimi ya da bir bilim adamı olmak mı olduğunu içinde bulunduğu toplum belirler. Toplumun etkisiyle ya bilim adamı olur ya da zengin olmanın yolunu sürer.
3. Alışkanlık Doğal Davranış Olur – bu dış etkenlerin huyları değiştirdiği anlamına gelir. Peki, ama nasıl değişiyorlar? Toplumun alışkanlıkları insanın içine işleyerek insanı değiştirir.
Toplumun alışkanlıkları ve hayat tarzı insanın içine işler. Örneğin sürekli yere tüküren bir insanı her tükürüşünde toplum tokatlarsa o kişi bu huyundan vazgeçer – çünkü acıya daha tükürmek aklına gelir gelmez hisseder. Böylelikle insanın eğilimleri değişir ve bazen bu değişim tersine de olur. Bu tür değişim buğday tanesinde söz konusu değildir çünkü bitkisel hal eğilimlerini değiştiremez.
4. Bu safha temelin dış güçlerin bağımsız olarak üzerinde etki yaratması sonucu yaşadığı tecrübelerdir – doğal afetler, ekonomi vs kendi yasalarıyla işleyen mekanizmalar olup üzerinde hiç bir kontrolümüzün olmadığı durumlar. Bu bağımsız olaylar insanı iyide etkiler kötüde.
Özgür Seçim – yukarıdaki açıklamadan temelimizi değiştiremememize rağmen – acı ve zevk parametreleri arasında bizi kukla gibi oynatan halimiz – diğer 3 durumu çevremizi değiştirerek ve alışkanlıklar edinerek eğilimlerimizi etkileyebilir ve doğamızı değiştirebiliriz.
Kısaca, mutluluk ve mutsuzluk arasında gidip gelmeyi değiştiremem ama yaşadığım ortamı seçersem çevrem beni gitmek istediğim hedefe doğru iter.
Sonuç: Dolayısıyla bariz olan tek şey var. Özgür seçim hakkım sadece çevrem. Çevrem sayesinde gelişebilirim. Açıklandığı gibi buğday ekildikten sonra tümüyle çevresinin etkisi altında büyür. Bu yüzden kabalistler bulundukları ortamın ruhani kalitesinden taviz vermezler ve bir arada olurlar. Ortamlarını para ya da diğer materyal şeyler için değiştirmezler. Dolayısıyla hepimiz etrafımıza doğru dostları alır ve doğru kitapları okursak kendi doğamızı ve geleceğimizi etkilemiş oluruz.
KAYNAK: BNEİ BARUCH KABALA MERKEZİ.
26 Ağustos 2010 Perşembe
Kelam Damlası: Mısır'a Sığınmak
Kutsal kitaplarda çokça geçen Mısır'ın Kabala ilminde bizim sürgün yerimiz olduğunu yani bir anlamda egomuzun temsili olduğunu önceden belirtmiştim.
Olanca ihtişamı ile bizi kendisine çeken, hatta tarihte pek çok kez baş rolü oynayan Mısır, bizim, kimi vakitler özlem duyduğumuz eski halimiz, gizemli sürgün meskenimizdir. Hz. Yusuf Mısır'da köleydi. İsrailoğulları, Mısır'da sürgünde geçirdi senelerini. Firavuna, yani kendi benliğimizin putlarına köle olduğumuz zaman ve mekan üstü bir tanımdır Mısır...
Bu kadar negatif betimlemeden sonra, şimdi söyleyeceğim şey sizi şaşırtmasın. Hepimiz, Mısır'a ihtiyaç duyarız. Çünkü Mısır deneyimi olmadan kurtuluşun değerini bilemez insan. Tıpkı kasvetli ve karanlık geçen kış günlerinden sonra bahar güneşinin aydınlığı ve sıcaklığını daha derinden takdir edişimiz gibi...Ya da ayrı kalındığında bir sevgilinin yaşamınızdaki anlamını kavramış olmanız gibi, bizlerin de her deneyimimiz sürgünle beraber pekişir.
Hayatta edindiğimiz her olayın arka planında bir Mısır sürgünü vardır. Örneğin, dik başlı ve her şeyi sizin bildiğinizi zanneden bir karakteriniz var diyelim. Önemli bir iş kararı alacaksınız ve hatırı sayılır bir yatırım yapmayı düşünüyorsunuz. Ancak, etrafınızda konuyla alakalı ve belki de uzman olan kişiler, size, bunun aşırı riskli olduğunu, dahası zarara uğrayacağınızı söylüyorlar. Siz ise realiteyi görmezden gelip kendi dik başlılığınız ve ani çıkışınızla işe giriyor ve sonuçta da ciddi bir zarara uğruyorsunuz. Kart borçlarınız kabarıyor ve elinizdekilerin çoğunu yitirmişsiniz. Sürgün'e hoşgeldiniz.
Ancak, unutmayın ki, insanlar akıllarını en çok sürgün zamanında çalıştırır ve bir çıkış bulmak adına tüm potansiyellerini kullanmaya başlarlar.İş ki sürgünden gerekli edinimi çıkarabilmiş olalım.
Peki, gönüllü sürgünlük de neyin nesidir? Öyle anlar olur ki, Mısır bize Aden Bahçesi gibi güzel ve rahatlatıcı görünür.
Her birimizin yaşamında, pek çok seviyede, kıtlık anını deneyimlediğimiz anlar vardır. Hani, şu her şeyin üzerimize geldiği, şanssızlığın peşimizi bırakmadığı ve Tanrı'nın bile bizi terk ettiğini düşündüğümüz anlar. Ne kadar tanıdık geliyor değil mi?
Şuna da dikkat ettiniz mi; bu gibi söylemlerini kendilerini "esir" aldığı insanlar "boşvermişlik" edasıyla yaşamlarımda sürekli aynı yerde "dururlar". Yani, bile bile "sürgün"de zaman öldürmeye devam ederler.Çünkü, sıkıştığımız ve bocaladığımız anlarda birinci doğamız olan "ego" bizlere daha cazip gelir. Ne de olsa, egomuz bize aşinadır, bilindik surlarda gezinmek kolayımıza gelir, hem kazık atsa da, bizi incitse de, orası bizim yegane sığınağımız, her bir düzlüğünü ezbere bildiğimiz vatanımızdır.
İşte, bu gibi depresif duyguların bizleri sürüklediği kaos ortamında, çoğumuz "gönüllü sürgünler" olarak Mısır'da kalmaya devam ederiz. Elbette ki, bu bizleri hiç bir şekilde ileriye götürmez. Çevrenizde sürekli hayatından sızlanan fakat senelerdir aynı noktada duran insanları şimdi daha iyi anlayabilirsiniz.
Sürgün'ün son bulması için tıpkı Musa'nın yapıtığı gibi, İsrailoğulları yani benliğinizde Yaratan'a ait ne kadar olumlu özellik varsa, onları da yanınıza alıp, kendi iyiliğiniz için bulunduğunuz ortamı terk etmektir. Kısacası, aksiyona geçmek gerekir.
İçine düştüğünüz karanlık anlarda, elbette ki, "geçiçi bir süreliğine" Mısır'a sığınabilirsiniz. Ama, esas olan bu tarz durumlarda, özgecil beninizi edinimlerinize ortak edip bulunduğunuz ortamı ıslah etmektir.
Bize bahşedilen bu ömrün her bir ruhsal basamağında, Mısır ve Mısır'dan Çıkış kavramları edinimlerimize eşlik etmektedir.Unutmamamız gereken esas ise, her birimizin içinin derinliklerinde Yaratan'ın benliğini saklıyor bulundurduğumuzdur.Tüm bu mana yolculuğunda,her bir sürgün ardından mutlaka kurtuluşu da getirir.
Burcu A.
19 Ağustos 2010 Perşembe
Dua Zamanı
18 Ağustos 2010 Çarşamba
Bilge Katresi:Evrenin Bütünlüğüne Ulaşmak
Kabalanın ana araştırma konusu evrenin içindeki parçaların birbiriyle nasıl bağlantılı olduğudur. Gerçeği barındıran tüm elementler ve beş dünyanın düzenli olarak birbiriyle olan bağının, doğa kanunlarıyla yönetilişinin bağlantılarının bir bütünü nasıl oluşturduğunu içerir.
Ek olarak üst dünyaların araştırıcısı tüm bu dünyaların “Sefira” denilen on ışık içinde var olduğunu görür. Bu ışıklar sırayla beş parçadan oluşur ve bu beş parça sonsuz dünya denilen Ayın Sof’a işaret eder.
Kabalaya başlayan öğrenci çalışmalarına tek bir noktadan başlamalıdır, ve bu noktadan on sefira’yı, Ayın Sof’un altında olan ilk dünya Adam Kadmon (prototip insan) adlı dünyadan başlayarak çalışmaya yönelmelidir. Adam Kadmon’un da nasıl yayılıp etki ve etken yasaları dâhilinde olup astronomi, fizik ve diğer dünyevi bilimlerin altında nasıl detaylara ayrıldığını keşfetmeye başlar.
Dolayısıyla, kurulmuş olan düzenin yasaları tümüyle birbirine bağımlı olup, aşamalı gelişme yasasına dâhil olan bir olgu, başka bir olgunun gelişmesine uymazlık edemez. Adam Kadmon’un dünyasında ki gelişme tek yönlüden çok yönlüye doğru gelişir. Bu dünya ardı ardına birbirinin içinde oluşan dört dünya da izini bırakarak oluşumlarına neden olur. Tüm dünyada ki her şeyi kapsayana kadar bu dört dünyada yayılır. Bu noktadan sonra araştırmamıza gerçeklerin tüm detaylarını birbirinin içinde dâhil ederek Adam Kadmon’a ulaşana dek devam ederiz; on sefira, dört temel seviye ve son olarak da ilk nokta.
Materyal bilinmemesine rağmen, tıpkı diğer ilim dalları gibi mantık dâhilinde çalışılıp araştırılabilir. Mesela anatomi çalıştığımız zaman, konuyu hiç bilmememize rağmen bazı organların birbirleriyle bağlantılı olduğunu görebiliriz. Buna rağmen zamanla organları teker teker öğrenip çalışarak vücudun işleyişi hakkında genel bir yorum yapabiliriz.
Üst dünyalar hakkında hiç bir bilgi sahibi olmayan birisi için de aynı şeyler geçerli, bu bilgiyi tüm elementlerin birleşmesiyle kavrayabilir. Tüm detayları, nedenleri, sonuçları ve bağlantıları tüm erdemliğine erişene kadar anlamalı. Her şeyi tüm detayına kadar öğrendikten sonra genel bilgiyi edinmiş olur.
Sadece bu sıralar tüm dünya kabala çalışmaya başlıyor. Bu ilim dalının yıllardır araştırılmamasının nedeni açıklanamıyor olması değil, tıpkı bir gökbilimcinin gezegen ve yıldızlar hakkında fikir sahibi olmaması gibi, ancak geçirdikleri evreleri bir ilim olarak araştırır. Kabalanın bilgisi, insana gökbiliminin gizliliğinden farklı değil. Detayları ve evreleri kitaplarda detaylarıyla anlatılmakta, yeni başlayanlar için bile.
Kabalanın gizliliğinin nedeni, kabalacıların şuan kabalaya duyulan ihtiyaç doğrultusunda, bu döneme kadar bu ilmi gizli tutmalarından kaynaklanır. İnsanoğlunun egosunun yeteri kadar gelişmiş olması, yanlış düşüncelerinin, anlayışının ve gelişiminin artık bariz olması, kabalanın yüzeye çıkmasındaki etkendir.
İnsanın Yaratılış Nedeni
Yaratan’ın yarattığı hiçbir şey nedensiz değil ve şüphesiz bir amacı var. Yaratılan bu değişken ortamın gerçekleri dâhilinde insanın başka bir insanın acısını hissedebilmesi çok önemli bir faktördür. Dolayısıyla bir amaca yönelik yaratıldıysak, insan bunun merkezinde ve her şey insanoğlunun ruhunun erişmesi gereken seviye için yaratıldı. Bize hüküm eden bu üst gücü hissedebilmeyi, tıpkı etrafımızdaki her şeyi hissettiğimiz gibi hissetmeliyiz.
Özgecil ve sevgi dolu üst güce benzer bir yapı edindiğimizde, içimizde ölçülemeyecek boyutta bir mutluluk yüzeye çıkar, bu his üst güçle bütünleşmenin getirdiği muazzam bir histir.
Anlayış Amaca Ulaştıkça Ortaya Çıkar
Her hareketin sonucu hep ilk algılayışta açığa çıkar. Mesela, ev yapmak isteyen birisi önce evi düşüncelerinde canlandırır ve hedefi yapar. Amacına ulaşmak için kafasında çizdiği bu resim ile bir yapı planı çıkarır.
Tüm evrende bu böyle. İnsan amacını öğrendikten sonra, yaratılan düzenin de amacına yönelik, önceden belirlenmiş bir program dâhilinde işlediğini anlar. Bu şekilde insan üst gücü sanki komşusuymuş gibi hissetmeye başlar, gelişir ve özgecil özelliklere sahip olur.
İnsan bir merdivenin basamaklarından teker teker çıkar gibi, amacına ulaşma yolunda Yaratan’ın özgecil yapısını edinmeye başlar, amacına ulaşana kadar. Bu yolun mesafesi ve özellikleri iki farklı gerçek tarafından belirlenmiştir:
1. Materyal Gerçek: Üst dünyalardan açığa vurulan ilk ışığın fiziksel dünyaya yansıması ve Yaratan’dan yansıyan bu ışığın ne ölçü ve kalitede olduğu. Bu ışık üst dünyalardan ard arda geçip bizim dünyamıza inerken materyal formlara doğum verir.
2. Yüce Zihniyetin Gerçeği: Işığın üst dünyalardan aşağıya yansımasından sonra, ters hareket başlar. İnsan yaratılışının nedenine ulaşana kadar ruhani merdivenin basamaklarından yukarıya doğru çıkar.
Kabala, bu iki gerçeği tüm detaylarıyla inceler.
Yöneten Üst Güç
Kabalacılar üst gücü, genelde Yaratan olarak adlandırır ve mutlak şefkat olarak tanımlarlar. Kendi hislerinde böyle algılarlar. Yani, asla kimseye zarar vermeyen bir varlık olarak. Bu gerçek kabalacılar tarafından evreni yöneten temel yasa olarak nitelendirilir.
Mantığımız bize egoistliğin tüm kötülüklerin nedeni olduğunu söylüyor, “kendi menfaatimiz için arzulamak”, (ya da kısaca istemek arzusu). Bu ihtirasla kovaladığımız kişisel tatminlik ve kendimizi her şeyle doyurmak arzusu, etrafımızdakileri incitmemizin tek nedeni. Yaratılan ne zaman kendisini tümüyle doyurursa, bu dünyada başka hiç kimseye zarar vermeme noktasına gelir. Buna ek olarak, eğer başka bir canlıya kendisi için arzulama hissi dışında bir nedenden dolayı zarar veren bir canlı görürsek, bunun nedeni arzularının kökünden gelen bir alışkanlık olmasıdır.
Bizleri yukarıdan yöneten gücü kusursuz kabul ettiğimizden, O’nun içerisinde kendisi için arzulamak duygusu olmadığı varsayımında bulunabiliriz. Dolayısıyla başka birisine zarar vermek gibi bir niyeti de olamaz. Buna ek olarak içerisinde özgecil bir yapıya sahip, içindeki saflığı yaratılanlara dağıtmak arzusu.
Yaratılanlar iyi ya da kötü ne hissederlerse hissetsinler tüm bunlar onlara yukarıdan gönderilir ve gönderilen her şeyin tek özelliği özgecil olmasıdır. Yaratılanlara karşı olan tek tavır budur – özgecillik. Sonuç olarak tüm yaratılanlar O’ndan sadece iyilik görürler ve başka hiç bir nedenden dolayı yaratılmadılar. Bu nedenden dolayı Kabalacılar bu gücü “mutlak iyilik” olarak tanımlarlar.
Yönetilişin Amacı
Şu an ki gerçeklere bakarak yukarıdan yönetilişimizin ve kontrol edilişimizin nasıl sadece iyilik sergilediğini inceleyebiliriz.
Dört çeşit yaratılıştan (duran, büyüyen, yaşayan ve konuşan) en basit olanını bile tüm türleriyle ele alsak her birinin nasıl bir amaç uğruna etki ve etken yönetimi altında idare edildiğini anlayabiliriz. Tıpkı dalındaki bir meyvenin olgunlaşarak kıvamına gelme amacı olduğu gibi.
Bitkibilimciler bir meyvenin ilk dalında oluşumundan olgunlaşma sürecine kadar geçirdiği tüm evreleri açıklayabilirler. Ancak, birbirini takip eden hiç bir evre son halinin ne kadar güzel olacağı konusunda hiç bir ipucu vermez (tadı, büyüklüğü, renk tonu vs.) hatta son olgunlaşmış halinin tam tersi bir durumdadır. Meyvenin tadı ne kadar tatlı ise ilk hali o kadar acı ve ekşidir.
Daha da şaşırtıcısı “canlı” ve “insan” türlerinin gelişmekte olan ile gelişmiş arasındaki farkıdır. Bir canlının olgunlaşma sürecinde aklı ciddi bir evrim geçirmez ama bir insanın aklı gelişmesinin son noktalarına doğru çok ciddi değişimler kaydeder. Örneğin bir buza ilk günden ayakları üzerinde durabilir, yürüyebilir ve etrafındaki tehlikelere karşı duyarlıdır.
Yeni doğmuş bir insan ise etrafındaki hiç bir şeye karşı duyarlı değildir. Eğer dünyamızı tanımayan biri bu iki örneği karşılaştırsa, yeni doğmuş bir insanın amacına ulaşabileceğine bir ihtimal vermez. Eğer bebek ile buzağının aklını karşılaştıracak olursak, bebek hislerden mahrum ve aklı olmayan bir yaratık gibi gözükür.
Bu yüzden bizi yöneten üst gücün gelişim evrelerini göz önünde bulundurmadan, bir amaca yönelik yönetiyor olması insana çok şaşırtıcı gelebilir.
Akıllı insanlar tecrübe sahibi olanlardır. Yaratılan varlıkların gelişiminin her safhasını son noktasına kadar gözlemlemiş birisi, gelişimin safhalarında gördüğü çarpıklıkları yadırgamaz. Sadece gelişimin güzelliğini ve bütünlüğünü görür. Kabala ilmi her yaratılan varlığın adım adım gelişimini açıklar.
Dolayısıyla üst gücün yönetiminin detaylı olarak araştırılması her şeyin bir amaca yönelik olduğuna işaret ediyor. Amaca henüz erişmemiş olan bir canlı ise dışarıdan gözlemleyen bir insana hep çarpık olarak gözükür.
Gelişimin İki Yolu: Acı Çekmek ya da Kabala (Doğa Kanunlarına Uyarak)
Yukarıdaki anlattıklarımızdan anlayabileceğimiz gibi üst gücün yapısı mutlak şefkatten oluşmakta ve bir amaca yönelik her şeyi idare etmekte. Bu hiç bir kötülük barındırmayan kendi özelliğinden kaynaklanmaktadır. Bu demektir ki, geçirdiğimiz evreler ve yaşadıklarımız, O’nun amacına yönelik üzerimizde etki ve etken şeklinde yansıyan doğa kanunlarının, bizi itip - kakıp kabullendirerek sadece yaratılışımızın amacına ulaşabilmemizi sağlayacak arzuyu geliştirmek için. Hepimiz için kesin garantilenmiş bir şey var, oda olgunlaştıktan sonra mükemmel bir yaratılış olacağımız.
Üst gücün amacı bizleri O’na benzer özellikler edindirterek mutlak iyiliğe ulaşmamızı sağlamak. Bunun için bize iki yol çizilmiştir:
1. Izdırap Yolu: bizim doğamızdaki yapıyla gelişmemizi sağlayan ve bir basamaktan öteki basamağa geçmemizi sağlayan etki ve etken faktörünü içerir. Bu yolla çok yavaş gelişiriz ve yavaş yavaş kötülüklerden uzak durmayı ve iyiliğe yaklaşmayı seçeriz. Bu yol sadece çok uzun sürmemekle beraber, çok da acı ve ızdıraplı bir yoldur.
2. Kabala’nın Yolu: Kolay ve rahat olmakla beraber gelişimimizi hızlandıran ve ızdırapsız bir yoldur.
Burada açıklamamız gereken bir durum var; Kabalacılar neden Kabala dışındaki diğer metotların ızdırap yolu olduğunu söyler? Kabala, “lekebel” kelimesinden gelir. Anlamı içine almak, davet etmek ya da misafir kabul etmek demektir. Kabalacılar, insan tüm evreni kendi içinde hissetmediği sürece ve üst gücü algılamadığı ve O’nunla bütünleşmediği sürece mükemmelliğe yani yaratılışının amacına ulaşamayacağını söylerler. Kabala bu mükemmelliği insanın içinde hissedebileceğini ve tüm bu duyguları içinde barındırabileceğini yansıtmak amacıyla Kabala kelimesini kullanırlar. Bu nedenden dolayı okuyucular bunu bir nevi ukalalık olarak algılamamalı ve kelimenin anlamının sadece ulaşılması gereken en üst noktayı simgelediğini hatırlamalılar.
Her halükarda, geleceğimiz son nokta önceden belirlenmiş durumda. Bu noktaya ulaşmaktan başka çaremiz yok çünkü yukarıdan bu şekilde yönlendiriliyoruz. Etrafımızı saran gerçeği gözlemlediğimiz zaman nasıl bu iki yol dâhilinde yönlendirildiğimizi görebiliriz.
Kabala’nın Özü, Kötülüğü Anlamamızı Sağlamasıdır
İnsanın üst dünyaları edinme tutkusu ve bunu gerçekleştirebilmek için yaptığı herşey, içindeki kötülüğü fark etmesinden ibarettir. Doğal egoistliğinin üst dünyalara ulaşmasına engel olduğunu fark eder. Yaratılan tüm canlıları birbirinden farklı kılan şey içlerindeki kötülüğü ne derece fark ettikleridir. Ne kadar içindeki kötülüğü fark ederse ruhu o kadar gelişmiş demektir. Doğal olarak da bu kötülüğü daha az gelişmiş bir canlıya nazaran kendisinden daha fazla uzağa itebilir. Az gelişmiş bir ruh ise kötülüğü hissetmediği için ona dokunmaz.
Kötülüğün özü, egoistlik dediğimiz, insanın kendisine olan sevgisidir. Bu özellik üst gücün özgecil özelliğine terstir.
Mutluluğun özü, insanın Üst güce olan benzerliğindedir. Üst güce karakter olarak ne kadar benzer olursak, o kadar mutluluk duyarız.
Mutsuzluğun ve sabırsızlığın kökü ise üst güce olan özelliklerimizin zıtlığından kaynaklanır. Bu yüzden egoistliğimizin varlığını hissedip, Yaratan’a ne kadar zıt olduğumuzu anladığımızda çok acı çekeriz.
Egoistliğe karşı duyulan bu tiksinme duygusu her ruh için farklıdır. Gelişmemiş bir insan egoistliğin iyi bir vasıf olduğu kanaatinde olup hiç utanmadan egoistçe davranabilir. Daha gelişmiş bir kişi ise egoistliğinin kötülüğünden haberdar olduğundan, bencilliğini toplumda açıkça göstermez ve toplumun gözlerinden gizli kullanır.
Daha da gelişmiş bir insan, egoistliğinden o kadar tiksinir ki, buna tahammül edemez. Bu durumda algılayabildiği noktaya kadar egoist duygularını kendisinden keser atar ve artık başkalarının sırtından elde edilen hiç bir şeyi ne ister ne de başkasından gelen bir şeyden zevk alır. Dostlarına karşı içinde sevgi kıvılcımları oluşmaya başlar. İyiliğin özü olan özgecil duygular. Bu özellik zamanla gelişir. Önce akrabalarına karşı bir sevgi oluşur ve onlara bakmak ihtiyacı duyar. Özgecil özellikleri daha da geliştikçe önce etrafındaki herkese karşı, sonra içinde bulunduğu topluma ve en sonunda tüm insanoğluna yönelik özgecil duygular geliştirir.
Bilinçli ve Bilinçsiz Gelişim
İki güç bizi sürekli iterek ruhaniliğe uzanan merdivenin basamaklarından en üste ulaşana kadar çıkmamızı sağlar – özelliklerimiz Üst gücün özelliklerini edinene kadar.
1. Güçlerden bir tanesi bizim seçimimiz dışında ve haberimiz bile olmadan bizi zorlar. Arkamızdan bizi kırbaçlar; bu yol ızdırap çekerek gidilen yoldur. Bu insanoğlunun aklının bir türevi olan ahlaki ve deneysel eğitim metotlarından doğmuştur. Bu deneysel eğitim metotları tümüyle bilinçsiz olarak ve bir seçim hakkı olmadan yaratılmıştır. Ancak, bu metodun amacına ulaşmış olması ve içimizde yerleşmiş ve giderek artan kötülüklerin büyüdüğünü hissetmemizi sağlayarak bizi daha yüce bir şeylerin arayışına ittiğini artık anlıyoruz.
2. İkinci güç ise bizi bilincimiz dâhilinde iter. Bu gücü kendimiz seçeriz. Bu bizi önümüzden çeker ve Kabalacılar buna; Kabala’nın yolu derler. Bu yolu seçerek ve kabalistlerin öğrettiği şekilde ilerleyerek, niyetlerini sadece Yaratıcı Güc’ün yapısına benzemek için kullanarak içimizdeki kötülükleri kısa zamanda fark edebilir ve iki tane faydasını görebiliriz.
Acı çekerek arkadan itilmeyi beklememiz gerekmez. Aynı zamanda üst gücün karakterine ulaşabilme niyetimiz içimizdeki kötülüğü görmemizi acı çekmeden sağlayacak. Ne zaman üst güce ulaşma arzumuz başlarsa hemen O’nun iyiliğini ve saflığını hissetmeye başlarız. Kendimizi sevmek duygusunun ve egoistliğimizin ne kadar kötü olduğunu anlamaya başlarız. Kötülüğümüzün farkına vardıkça içimizde yavaş yavaş bir sükûnet ve hatta mutluluk, üst güce benzemeye başladıkça, yüzeye çıkar.
Bilinçli davrandığımız için zaman kazanırız; daha fazlasını yapabilmek kendi elimizde ve dolayısıyla kendimizi düzeltmemiz daha çabuk olur, ta ki Yaratan’ın özelliklerini edinene kadar.
Kabala İlmi Kullanıcısına Fayda Sağlaması Niyetiyle Geliştirilmiştir
Kabala ile diğer eğitim metotları arasındaki fark, ne niyetle çalışıldıklarındadır. Düzeltilmeye aday insan toplumun mu yoksa Yaratan’ın standartlarına mı ulaşmalı? Kabalayı diğer ahlaki çalışmalardan ayıran nokta budur, tıpkı materyal ile ruhaniliğin farklı olduğu gibi.
Ahlak sisteminin amacı, pratik bir zihinsel düzen dâhilinde, tecrübeleriyle gelişen mutlu bir toplum inşa etmektir. Bu metot insana doğanın kısıtlamaları dışında hiç bir menfaat sağlamaz. Eğer amaç eleştiri kapsamının dâhilindeyse, insanın toplum adına yapacağı fedakârlığın faydasını, kendisine adilce düşen paydan fedakârlık ederek yapması gerektiğini nasıl ispatlayabiliriz ki?
Buna ters olarak, kabalanın metoduyla gelişmenin amacı insanı mutlu etmeyi garantiler. Dostunu kendi gibi seven, üst güçle benzerlik yasası dâhilinde bütünleşir. Dar sınırlı ve acımasız dünyasından sıyrılıp, Yaratan’a ve yaratılan her şeye karşı özgecil dünyanın sınırsız âlemine girer.
Ahlaki sistem insanın diğer insanlar tarafından sevilmesi gerektiği hissini zorunlu kılar, bu bir malı işimiz bitene kadar kiralamaya benzer. Bu tür alışkanlıklar insanın ahlaki değer merdiveninden bile tırmanmasını engeller, zira yaptığı iyilikler için etrafındaki insanların sırtını sıvazlamalarına alışır hale gelir.
Yaratan ile aynı özellikleri taşımayı arzulayan bir kişi, Yaratan’a yönelik mükâfat beklemeksizin yaptığı özgecil davranışları sayesinde gerçek anlamıyla manevi basamakları tırmanır. Yavaş yavaş yeni bir doğa edinmeye başlar ve dostlarına yönelik farklı bir özgecil yapıya bürünür. Kendisi için, bu dünyadaki mevcudiyetini sürdürmek için gerekli ihtiyacından fazlasını arzulamaz.
Ancak bu şekilde insan doğasındaki egoistlikten kurtulabilir. Kendisi için bir arzu edinmekten nefret etmeye başladığı zaman, ruhu tüm vücutsal gereksiz zevklerden özgür olduğu zaman, para, güç, şöhret gibi arzulardan uzak olduğu zaman ruh âleminin diyarına özgürce girebilir. Tüm kötülüklerden korunacağının garantisi verilir, çünkü kötülük sadece egoistlikten gelir.
Görüyoruz ki kabala sadece onu kullananlar için bir fayda sağlar. İnsanın tüm çabası içini temizlemek de olsa bu onun üst güce benzer olabilmesi için bir araç olur.
9 Temmuz 2010 Cuma
Ayet İncisi
Doğmanın zamanı var, ölmenin zamanı var.
Dikmenin zamanı var, sökmenin zamanı var.
Öldürmenin zamanı var, şifa vermenin zamanı var.
Yıkmanın zamanı var, yapmanın zamanı var.
Ağlamanın zamanı var, gülmenin zamanı var.
Yas tutmanın zamanı var, oynamanın zamanı var.
Taş atmanın zamanı var, taş toplamanın zamanı var.
Kucaklaşmanın zamanı var, kucaklaşmamanın zamanı var.
Aramanın zamanı var, vazgeçmenin zamanı var.
Saklamanın zamanı var, atmanın zamanı var.
Yırtmanın zamanı var, dikmenin zamanı var.
Susmanın zamanı var, konuşmanın zamanı var.
Sevmenin zamanı var, nefret etmenin zamanı var.
Savaşın zamanı var, barışın zamanı var.
30 Haziran 2010 Çarşamba
Bilge Katresi: Hayatta En Önemli Şey...
Hergün bir kova alırım ve onu suyla doldururum, sonra onu dışarı çıkarırım ve ağacın çevresinde toprağı sularım. Bir gün ağacı suluyordum ki , genç bir çocuk yanıma yaklaştı.
"Ne yapıyorsun?" diye sordu.
Ona ağacın büyümesine yardım ettiğimi söyledim.
"Fakat sen ağacı sulamıyorsun, toprağı suluyorsun," diye bağırmış çocuk şaşkınlık içinde.
"Eğer ağacın suyu içmesini istiyorsan, suyu tam onun tepesinden aşağı boşaltmalısın!"
"Ağacın büyümesi için, ağacın köklerine su vermem lazım," dedim çocuğa.
"Fakat, onları göremezsin bile!" dedi çocuk.
"Haklısın,- kökler toprakta gizli, fakat orada olduklarını biliyorum. Toprağı sularım böylece su köklere ulaşabilir. Eğer kökleri beslersek, ağacımız büyüyecek ve güçlü olacak ve o zaman mahallemizdeki herkes onun gölgesinin keyfini çıkaracak."
Çocuk ikna olmadı:
"Fakat köklerin toprakta olduğunu nereden biliyorsun ?Onları göremiyorum bile eğer söylediğin şey doğruysa, o zaman onlar ağacın en önemli parçası!"
"Bize bunu anlatan bilgece kitaplar var" dedim çocuğa.
Çocuk bu yeni bilgi üzerine düşünerek yürürken, aklıma ilginç bir fikir geldi:
"Ya ben de aynı şekildeysem ? Ya hayatımdaki en önemli şey bu ağacın kökleri gibi benden gizlenmişse ?
Eve geldiğimde, doğruca dedeme gittim. O benim fikirlerimi dinledi ve gülümsedi.
"Haklısın, önce hayatımızdaki en önemli şeyi görmez ve hissetmeyiz. Fakat bize bundan bahseden bilgeler vardır. Onlara Kabalist denir ve kitaplarında hayatımızın köklerini nasıl beslememiz gerektiğini bize açıklarlar ve böylece olması gerektiği şekilde büyüyebiliriz."
Büyükbabamın ne demek istediğini düşündüm, sonra da bir resim çizdim ve ona hediye ettim.
27 Haziran 2010 Pazar
Sevgili Ezra...
29 Mayıs 2010 Cumartesi
Bilge Katresi: ADEM VE HAVVA HİKAYESİ
Adem, Havva ve yılan hikayesinin arkasındaki anlam gerçekten çok basittir. Yılan, erkek ve kadın yani Adem ve Havva arasında ifşa olmuş egoyu temsil eder. Ve gerçekten bütün hikâye bu.
Örneğin, farz edelim genç, mutlu bir çift birbirlerine aşık oldular. Kucaklaşır, öpüşür, beraber güler, sinemaya vb. yerlere giderler. Daha sonra evlenir ve birlikte yaşamaya başlarlar ve her şey mükemmeldir. Onlar Aden(cennet) bahçesindedirler.
Ve aniden yılan(ego) gelir. Tartışmaya başlarlar. Daha sonra birbirlerine karşı avantaj sağlamaya başlıyorlar ve öyle ki 'O'nu (karşı cinsi) bir şekilde kendi istediğim gibi nasıl yapabilirim?' gibi ince hesaplamalar yapıyorlar. Bu bizlerde de gerçekleşir çünkü yılan(içimizdeki ego) başkasını sevmemize engel olur ve başlangıçtan itibaren sevgimizin egoistik olduğunu gösterir.
Bu koşullar altında, sevgiye en yakın duruma gelebilmemiz için, gün be gün yapabileceğimiz kadar egolarımızı teslim almalıyız. Ancak, bu halen problemi kökten çözmez ve bize koşulsuz, gerçek bir sevgi sağlamaz. İşte burada Kabala, bize başka bir çözüm sunar: Kökte ruhumuzu ıslah etmek veya partnerimizden bizi ayıran yılanı(ego'yu)ıslah etmek.
Bunu yapmak için, her iki partner bu dünyada hayatlarının üzerinde bir amacın olduğunu fark etmelidirler. Daha sonra aynı zamanda onlar, bunu(maneviyatı) sadece hayatta bir partnere manevi yola onlarla beraber yürüyecek birisi vasıtasıyla edinebileceklerini fark edecekler. Bu 'Erkek, Kadın ve aralarında Kutsal Varlık' vardır ayetinin anlamıdır. Bu demektir ki, kutsal varoluşa, maneviyata erişebilmek için, bizler kendi aramızda doğru bir şekilde bağ kurmalıyız.
O zaman, birbirlerine avantaj sağlamak yerine, Adem ve Havva birbirlerini tamamlamalıdırlar. Ve yılan, onları ayrı olarak kullanmak yerine, Üst Gücü-Kutsal varlık veya Yaratan- onlara ifşa etmek için itici bir güç haline gelecektir.
8 Mayıs 2010 Cumartesi
Kelam Damlası: Kabala ve Ateizm
Esasen, ateistlerin çoğu, evrenin muhteşem bir formüller dizaynı olduğunu söylerler.
BURCU AŞÇI
29 Nisan 2010 Perşembe
Bilge Katresi: İncil Nasıl Değiştirildi?
28 Nisan 2010 Çarşamba
Kelam Damlası:Proaktiv olmak...
27 Nisan 2010 Salı
Bilge Katresi: Desiderata
As far as possible, without surrender,
If you compare yourself with others,
Exercise caution in your business affairs,
Take kindly the counsel of the years,
Beyond a wholesome discipline,
Therefore be at peace with God,
With all its sham, drudgery, and broken dreams,